Mazmahor’dan Dordrecht’e Cemil Hoca
Babam Cemil Hoca, Gaptahor’dan Mazmahor’a, oradan Kahtin’e, Dordrecht’e uzanan görevleri, zorunlu hizmetleri oldu. Bu görevlerin hepsinde cemaatini bütünleştiren, derleyen toplayan, ayrılıkları gideren bir kıvamda oldu. Cami içlerinin parsellendiği, camilerin Millî Görüşçü, Diyanetçi, Ülkücü, diye ayrıldığı dönemlerde her kurum, dernek, cemaatle görüşerek, onları ziyaret ederek İslam kardeşliğini tesis etmeye çalıştı. Bu konuda öncü oldu elhamdülillah…
Başkasının Sevincine Sevinen
Ne güzel bir haslet gerçekten. İnsanlar kazanınca, mutlu olunca, gülünce sevinmek; kaybedince, yitirince, ağlayınca üzülmek… Cemil Hoca işte böyle… Yağmur yağınca, mahsul bol olunca çiftçiler adına; maaşlara zam gelse ücretliler adına, ihracatımız artsa ülke adına, biri namaza başlasa, başını örtse, Kur’an okumayı öğrense, okulunu bitirse o şahıs adına, tanıdık olsun olmasın evlenen bir çift görse onlar için, tezgâhındakileri satıp evine dönen bir seyyar satıcı görse onun adına sevinir, mutlu olur, içi dışı huzur dolar.
Nizip’te uzun bir zamandır yağmur yağmıyordu. Müftülük yağmur duası yaptı. Bir müddet sonra yağmur yağdığı zaman, sürekli Allah’a hamd ederek, ağlamaklı bir hal ile hep dua ediyordu:
“Baba, senin ne zeytinliğin ne fıstıkların var. Bu sevinç ne?”
“Oğlum, bu rahmettir. Sadece toprak sahiplerine değil, kurda kuşa, aça toka, fakire zengine, herkese rahmettir. Buna sevinilmez mi?”
Hamd Ehli, Kanaatkâr
Bir memur ve kalabalık ailesi, misafirleri olan biri olarak ondan bir defa bile “yok”, “hayır” ve şikâyet anlamına gelecek bir kelime duymadım. Yeri geldiğinde imkânların azlığını, zorluklarını ifade ederdi ama asla şikâyet etmez, hep Allah’a hamd ederdi.
Eve geldiğinde, örneğin yemek vakti ama yemek hazır değil veya farklı bir durum var:
“Hanım yemek var mı?”
“Henüz pişmedi, dünden kalan bir tabak çorba var.”
“Getir içelim.”
“Hiçbir şey yok!”
“Yoğurt ekmek yok mu?”
“Var!”
“Ooo, daha ne isterim ki!”
Böyle işte… Yemesinde, içmesinde, uyumasında, dünyayla olan ilişkisinde hep kanaatkâr; helal, temiz ve yeterince ister Allah’tan…
Cömert, Eli Açık
Babamı tanımlayacak beş kelime varsa biri muhakkak cömertlik olur. Hakikaten bizi yani beni de rahatsız edecek şekilde cömertti. Bildim bileli böyle. Hatta zaman zaman israfa varacak derecede bir cömertlik…
Örneklerle açayım mevzuyu. Eve sebze meyve alınacaksa bol bol alır. Camiye gelen tanıdık hele hele köyden gelen insanları misafir etmek için can atar. Evde yemek olup olmaması hiç önemli değil. Hemen fırında lahmacun, tava veya bulgur pilavı hazırlanır. Yahut var olan yemekle yetinilir.
Bir yere misafirliğe gidildiğinde alınan hediyenin parasını, seyahate çıkıldığında arkadaşlarının yol parasını, lokanta veya tatlıcıya gidildiğinde yemek ve tatlının ücretini kendisi vermek ister. Bir dilenciye o günkü şartlarda verilecek miktarın üstünde para verir. Bir çocuk gördüğünde bayram olsun, cenaze olsun fark etmez; muhakkak bir harçlık, şeker, sakız alır, bulur verir.
Bunun için kendisiyle atıştığımız durumlar, sınırlamaya çalıştığımız anlar çok olmuştur. O, verdikçe veren, oldukça veren, olmayınca da bulup veren biri… Bu noktada hiç değiştiremedik çok istememize rağmen.
Neticede para ile babam barışık değil ikisi aynı anda bulunmaz.
İnsanların Seviyesine Göre Davranma: Çocukla Çocuk, Büyükle Büyük Olma…
En temel özelliklerinden biri zaten. Efendimiz Aleyhisselam’ın bir hadisi şerifinde şöyle buyurulur: “İnsanların akılları miktarına göre onlarla konuşunuz.” (Ebu Davud, Edeb, 20.) Mübarek Efendimiz de çocukla çocuk, büyükle büyük olurdu. İnsanlarla akıllarının, yaşlarının gereği ne ise ona göre konuşurdu. Babamın yolu da bu, aynen…
Onu bir çocukla oturmuş oyun oynarken, bir gençle münazara ederken, bir yaşlıyı dinlerken, bir kadınla sohbet ederken, bir behlül ile taş atma oyunu oynarken, insanlarla şakalaşırken görmeniz her zaman mümkün. Bu sebeple insanın onu tanıyıp da görünce heyecanlanmaması mümkün değildir.
Latife Ehli
Asık suratlı insanlar iletişimde hep sorun yaşarlar. En zorunlu hallerde bile kimse onlarla temasa geçmek istemez. Hele hele işi insanlarla olan kişiler muhakkak güler yüzlü ve latife ehli olmalıdırlar. Aksi halde hedef kitleyle ciddi sorunlar yaşarlar. Bu bilinen en temel bir hakikattir.
Babam en çok anneme şaka yapardı. Fakat annem daha sakin durduğundan bazen hoşlanmazdı latifelerinden. Bazen de kendisi aynı şekilde karşılık verirdi. Babam son dönemlerinde özellikle de düğün sohbetlerinde, işin içine annemi de kurgusal olarak katar, örneklemelerde bulunurdu. Bu, bazen yaşanmış olaylardan bazen de temsili durumlardan olurdu.
Evde de bizlere sataşmalarda bulunur, cevap hakkı doğuracak sözler söyler, böylece tatlı bir sohbet........
© İnsaniyet
