Gazze’ye Mektup
Ne kadar isterdim, sana, bağrında yetiştirdiğin zeytinlerin kadar barış vadeden, portakalların kadar güzel kokan, limonların kadar ferahlatan ve mavi denizin kadar umut estiren bir mektup yazmayı… Ne var ki kendi toprağında sen nasıl mülteci isen, ben de kendi kalemimin mültecisiyim. Önce Rabbime sığındım sonra da kalemime… Sığındım çünkü bu dünya senden sonra neşe dolu hayallere müsaade etmez oldu. Umutlara yer bırakmayacak kadar karardı ve hâlâ başımızı kaldırmış beklemekteyiz bir barış güvercini havalanır mı bir gün, uçar mı özgürce kanatlarından vurulmadan…
Ah güzel Gazze! 76 yıllık bir zulmün kapkara tortusu, kalpleri parçalamaya yetecekken heyhat yetmedi. Evlerini terk etmek zorunda kalan hiçbir Filistinlinin göğsünde sakladığı acı da demir anahtarlar da zalimin taşlaşmış kalbinin kilidi olamadı. Bir yudum esenlik, bir lokma afiyet ararken mücahitlerin, Refah’ın kapısına dayandı postallı korkuluklar. Ne yazık ki Refah, zulümlere ve acılara sınır kapılarını kapatamadı. O zaman anladık 7 Ekim’de bambaşka bir dünyaya uyandığımızı. Sahi güzel Gazze, nasıl her şey aynı kalabilirdi ki? Dünya yüzünde nefes alan herkesin kendisini büyük bir yol ayrımında bulması gerektiği bir noktada; Hak’la batıl, vicdanla akıl arasında seçim yapması gerektiği bir noktada her şey nasıl olduğu gibi kalabilirdi? Uyuyanların daha derin bir uykuya daldığı, uyanmak isteyen ruhların ise dirilişe gözlerini açtıkları bir sabahta her şey nasıl değişmeden kalabilirdi?
Firavunvari güçler günbegün bir cenazeye çevirirken seni, masum çocukların annelerinin kokusuna doyamadan enkazlar altında can verirken ve sen, şehitlerini saf saf Cennet’e uğurlarken; utançtan bir duvar çöktü insanlığın........© İnsaniyet
visit website