Cami Ne Yana Düşer Baba?
Hakk’ın hatırı âlidir, hadi ağır ağır şu ağır uykudan uyan artık yavrucağım dedi İhsan. Yedi yaşında çocuk ne anlarsa artık bu sözden. Bu kadar ağır bir cümleyi öyle bir ses tonuyla kullandı ki… Çocuk dünyaya yeni gözlerini açarcasına bir rehavetten sonra yeni bir dünyaya adım atmış gibi bakakaldı babasına. Saniyeler sonra akşam yaptığı kavilleşmeyi hatırladı ve boynuna sarılıp “tamam baba” diyebildi.
Çıktılar. Şehir uyuyor, onlar yalnızlara yoldaş sokak lambalarının aydınlığıyla yol arkadaşlığı yapıyorlardı. Duvar diplerinde, ağaç kovuklarında akşamdan kalma günahların kırıntıları duruyordu. Gecenin serinliği henüz terk-i diyar etmemişti. Çocuk, babasına neden kendileri gibi herkesin kalkmadığını soruyordu sayıklar gibi…
Sessizliğin en derin olduğu bu vakitler, dünyaya uyanmak değil de göğe dönmek gibiydi. Herkesin sustuğu, şehirlerin sessizliğe büründüğü anlar… Kalplerde dingin bir ferahlık, anlamı ihtişam dolu bir rahatlama. Tüm hüzünlerin tamamen geride bırakıldığı, karanlığı yaran o kutlu aydınlığa doğru, müstakime niyetle atılan o samimi adımlar… Sadece camiye değil sanki biraz da kendilerine doğru bir seyrin içindeydiler. Nefsine karşı zafer kazanmışlık hissi kibre dönüşmeden çıkmalıydı o hâlet-i rûhiyeden İhsan. Adımlar ilerledikçe, çocuk sorularına devam etti:
“-Cami ne yana düşüyor baba?”
En çok da “kalbinin en huzurlu tarafına düşer” diyecek oldu da demedi. Az kaldı evlat, sokağın sonu diyebildi. Oysa ne çok cevap vardı o soruya verebileceği.
Adımları kuş sesleri ile karışırken sessizliğin huzur dolu dünyasında, şehir bu kadar çaresiz görünmemişti o güne kadar. Ah seküler yaşam diyerek hüzünlendi, acımasız ve........
© İnsaniyet
