menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nihat Altan yazdı: Yeni Türkçülüğün anatomisi ve ana dil inkarı

18 1
02.11.2025

Türkiye’de bir süredir büyüyen ve gözle görünür bir anlatıya dönüşen karanlık bir dil var. Bu yeni dil, klasik milliyetçilikten daha organize, daha rafine ve daha kurumsal bir nitelik taşıyor. Laik ve seküler görünümlü bu yeni dil, Türklüğü yeni bir formda yeniden tanımlıyor. Türklüğe ait olmayan her şeyi -dili, kültürü, geçmişi, hafızayı- potansiyel bir tehdit gibi göstererek bir korku siyaseti inşa ediyor. Fakat bu dil, sokakta bağıran bir grup fanatikten ibaret değil; üniversite amfilerinde ders olarak anlatılıyor, ekranlarda haber diye sunuluyor, parti programlarında slogan oluyor, bürokraside kadro dağılımını belirliyor, vicdansız, ahlaksız, lümpen linç gurupları oluşturulup sokaklara salınıyor.

Bu yeni dil çok katmanlı bir yapıya sahip: En üstte, Türkçü akademinin tarihsel inkârı meşrulaştıran söylemleri yer alıyor. Erhan Afyoncu ve İlber Ortaylı gibi figürler, Osmanlı’dan günümüze Türklerin uygarlık taşıyıcısı, diğer halkların ise yalnızca “eğitilen unsurlar” olduğunu ima eden tarih anlatılarıyla bu dili besliyor. “Kürtlerin bir devlet geleneği yoktur”, “Lazlar zaten Türk’tür”, “Kürtçenin lehçeleri birbiriyle anlaşmaz” gibi sözde akademik cümleler, bilim kılığında dolaşan derin bir tahakkümün taşıyıcısı halinde dolaşıma sokuluyor. Bu üst perdeden gelen inkâr, bir alt basamakta siyasete malzeme oluyor. TKP gibi yapılar, “Ülkemizi böldürtmeyeceğiz” bildirileri yazarken, Ümit Özdağ gibi isimler, “Türk milleti tektir” diye haykırıyor. Tanju Özcan gibileri Kürtleri işaret ederek nefretin sokaktaki enerjisini beslerken, “Basın” demeye bin şahit kimi “gazete ve TV kanalları, X ve benzeri platformlar, bu Türkçü ajandanın en yaygın mecraları arasında ilk sırada yer almak için birbirleriyle yarışıyor.

Görünüşte Cumhuriyetçi, seküler bir çizgiyi savunur gibi yapan bu kesimler, yeni dönem Türk ırkçılığının en etkili sözcüleri haline gelmiş durumdalar. Örnek olsun: Anadilde eğitim gibi evrensel bir insan hakkını “emperyalizmin şırıngası” olarak sunmak, Kürt halkının varoluşsal taleplerini “bölücülük”, “devlet düşmanlığı”, “irtica” “feodalizm” gibi kavramlarla özdeşleştirmek artık bir alışkanlık halini aldı. 12 Eylül döneminde olduğu gibi, bir halkın dilini, kültürünü, kimliğini hedef alan psikolojik savaşın güncellenmiş hâli olan bu yapılar, hakikatin üzerine organize şekilde yalan örtüyorlar.

Bu yapının en alttaki ve en tehlikeli katmanı ise sokak şiddetidir. Akademide yazılan, siyasette konuşulan, medyada köpürtülen her Türkçü cümle, sokaktaki Kürt’ün yüzüne tokat, çocuğuna yasak, kimliğine tehdit olarak geri dönüyor.

Bu ideolojik iklimde büyüyenler, Kürtçe müzik çaldığı için düğün basıyor, Kürtçe halay paylaştığı için lise öğrencileri tutuklanıyor, anadilini konuştuğu için yaşlı bir kadına saldırıyor, üniversitede Kürt öğrencilere linç girişiminde bulunuyor, Amedspor örneğinde görüldüğü gibi, Kürt futbol takımları gittikleri şehirlerde linçe uğruyor, formasında Kürtçe bir kelime yer aldığı için cezalara çarpıtılıyor…

Bu, bireysel şiddet değildir. Bu, yukarıdan aşağıya kurulan bir sistemin sahadaki uygulamasıdır. Ve bu şiddetin hedefi yalnızca Kürtler de değil: Bu yapı, Laz’ı, Çerkez’i, Ermeni’yi, Rum’u, Süryani’yi de potansiyel bir “dış tehlike” olarak kodluyor. Ama kuşkusuz, bu nefret zincirinin merkezinde tarihsel olarak hep Kürt halkı yer alıyor. Çünkü Kürtler, yalnızca farklı bir etnisite değil, aynı zamanda bu coğrafyada en örgütlü, en direngen, en görünür eşitlik talebinin taşıyıcısı.

Elbette ki bu dilin yükselişi bir tesadüf değil, tarihsel bir sürekliliğin; cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sürdürülen tek dil, tek millet, tek inanç ideolojisinin 21. yüzyıldaki güncellenmiş hâli, var olan adaletsizliklerin sürmesi için kurgulanmış bir politik mühendislik aracıdır.

Bu dilin sahiplerine göre, Kürtler eşit yurttaş olursa sistem değişecektir. Kürtler kendi dilinde eğitim alırsa, Türklük ayrıcalıklı konumunu kaybedecektir. Bu yüzden “emperyalizm” gibi kavramlar devreye sokuluyor. Oysa bu söylemin “emperyalizm”le ilgisi yoktur. Asıl korktukları şey dış müdahale değil, içeride yükselen adalet talebidir. Asıl korktukları şey, Kürt’ün artık susmamasıdır. Asıl korktukları şey, gerçeğin diliyle konuşulmaya başlanmasıdır.

Irkçı retoriğin çarpıtmaları

Sağdan sola, hemen her gün farklı mecralarda yayımlanan ve sözde “makale” olarak sunulan metinler, aslında akademik ya da entelektüel bir tartışma önerisi değil, tam tersine, tarihsel hakikatleri, pedagojik verileri ve hukuki gerçekleri bilerek çarpıtan, ırkçı bir propaganda metinler olmanın ötesine geçmiyor. Bu yazıların içerdiği argümanlar, bilimsel zeminden bütünüyle kopuk, fakat ideolojik niyeti oldukça berrak olan bir kurguya yaslanıyor. Hedef açıktır: Kürt halkının kendi anadilinde eğitim hakkını değersizleştirmek, bu hakkın toplumsal meşruiyetini zedelemek ve Türkçülüğü “birleştirici” bir norm gibi sunarak, bütün diğer etno-dilsel kimlikleri sessizleştirmek…

Saray danışmanı (!) M. Uçum’dan tutun Soner Yalçın’a dek, “makale” ve “görüş” diye piyasaya sunulan ana iddia, anadilde eğitim talebinin Osmanlı’ya geri dönüş ve emperyalist neoliberal bir proje olduğu, Kürt yoksullarının böyle bir talebi olmadığı ve “cumhuriyeti parçalamak amaçlı olduğudur” Ancak bu, sadece çarpıtma değil, aynı zamanda ters yüz edilmiş bir kurgudur. Zira ulus-devlet süreci ile birlikte; hem Batı ve hem Doğu sömürgeciliği, ana dil serbestisi ile değil, egemen olduğu her yerde en başta ana dil yasakları ile işe başlıyor. Afrika’da da,........

© İlke TV