Ekim’de kaybedilenler… Rojava’ya ilk büyük göçün izinde
Cegerxwîn-Osman Sebrî anısına…
Kürtler, yaşadıkları coğrafyadaki tanımların çok eski olmadığını iyi bilir. Zira “Rojava neresi?” sorusuna yüz yıl önce muhatap olsalardı, basitçe güneşin battığı yönü gösterirlerdi. Coğrafya hikayelerle anlam kazanıyor. İnişleri, çıkışları oluyor. Tarihsel süreklilik olmadığı gibi insan ömrüne sığmayan kopuşlar da olabiliyor. Doğduğunuz yerin kaderi, ölümünüze kadar farklı kırılmalara uğrayabiliyor. Bazılarına tanıklık edemeyecek kadar uzak düşebiliyorsunuz. Anılarınız ve geride bıraktıklarınıza hasret kalarak, öldüğünüz yerin toprağına karışıyorsunuz. Farklı diyarların hikayelerinde filizleniyorsunuz.
Son 14 yılda yön tarifi olmaktan çıkan Rojava’nın hikayesi, oraya gömülenlerin tutkusuyla yüz yıl önce yaşanmaya başlamıştı.
Bu bir mucize değil; bedelin, emeğin, sürgünün, ölümün, dirilmenin ve direnmenin hikayesiydi.
Fırat ve Dicle’nin hikayesi gibi…
Cegerxwîn…Dicle’nin çocuğu
Küçük yaşına rağmen işlerin ucundan tutması gerekiyordu. Tarlada çalışmak için çelimsizdi. Çobanlık daha rahat üstesinden gelebileceği bir işti. Bahar ayları otlaklarda günlerce kalır, suyun coşkulu aktığı Dicle’ye kadar giderdi. Dicle onun için sadece bir nehir değildi. Kıyısında çokça hayale dalardı. Sonraları yazdığı şiirlerde Âva Dîcleyê, Kürtlerin kaderini, toprağını ve tarihini temsil edecekti.
“Ez ji Dîcle hatime, Ez ji xwe hatime. Ez dê li Dîcleyê vegerim, Vegerim li dilê gelê xwe.” (Ben Dicle’den geldim, Kendimden geldim. Yine Dicle’ye döneceğim, Halkımın yüreğine döneceğim.)
Neden gitmeleri gerektiğini anlayamamıştı. Kadim toprakların kokusunu, Dicle Nehri’nin görkemini ve eski insanların mekânı Hasankeyf’i düşündü. Köklerinin derinliğini hissetti. Sefaletten, topraksızlıktan, emeğinin sömürülmesine öfkeleniyordu. Yeni bir yurt edineceklerdi. Irgatlık ve çobanlık yetmiyordu yaşamaya. Hem çok ölen olmuştu. Dicle Nehri’nin kana bulanışını izlemişti. Ermeni ve Ezidi komşuların bilinmezliğe göçü onların da kaderi olmuştu.
Amude yeni yurtlarıydı.
Seneler hızlı geçti…
Diyarbekir’e medrese eğitimi almak için döndüğünde artık 18 yaşındaydı. Dicle Nehri ile yeniden buluştu. Genç cumhuriyette işlerin yolunda gitmediği konuşuluyordu. Kürtlerin itirazları yükselmiş, gerilim artmıştı. Patlak veren Şeyh Said isyanına yakın tanıklık etmişti. Bu sadece siyasi bir olay değil, aynı zamanda travmaydı. Kafasında fazlaca soru oluşmuş, kendisini sorgulamıştı. Dinin, şeyhlerin halkı koruyamadığını anlamıştı.
“Min di medresê de xwend, lê min di welatê xwe de kuştin û xirabî dît. Ew me dizanî ku feodal û mîr û şêx ji gelê xwe dûr in. Min got, ez bi gelê xwe re me.” (Ben medresede okudum, ama ülkede öldürülmeleri, yıkımı gördüm. Anladım ki beyler, ağalar, şeyhler halklarından uzak. Ben dedim ki, halkımla olacağım.)
Diyarbekir’de kalmak artık mümkün görünmüyordu.
Cumhuriyetin değişen karakteri 1925’te Şark Islahat Planı ile rotasını belirlemişti. Kürt aydın ve aktivistleri için bu durum ölüm ya da mahpusluk demekti. Lozan’da çizilen sınırın öte tarafı daha güvenliydi.
Böylece Rojava’nın hikayesi başlamış oldu.
Bölünen coğrafya artık yönlerin arkasına gizlenmişti. Kimin nereli olduğuna yeni bir halka daha eklenmişti.
Yüzyıllık hikâyenin kökleri göçlerle atılmış ve coğrafyanın kaderi ortaklaşmıştı. Bölünmemiş, birleşmişti.
Celadet Alî Bedirxan tarafından çıkarılan Hawar dergisinde, 1928 yılında Cegerxwîn ismini kullanarak Kürtçe şiirler yazmaya başladı. Artık Şêxmus değildi. Divanları medreselerde okunduğunda Mele Şêxmus olarak anılmaya devam edecekti.
Aynı zamanda Xoybûn örgütü içinde yer aldı. Uzun mücadele döneminde benzer yollardan geçen Osman Sebrî ile yolları kesişmişti.
Yoldaşlıkları Fırat ve Dicle’nin yakınlaşması gibiydi.
Celadet ve Kamuran kardeşlerin umutları, hayal kırıklıkları, özlemleri çok yoğundu. Dünyayı daha iyi tanıyorlardı. İstanbul’da Osmanlı son dönemi Kürt aydınlarının veliahtları gibilerdi. Çalışkanlıkları, akademik bilgileri ve yetenekleriyle Kürtçe’nin dönüşümüne köşe taşlarını koyabilmişlerdi.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Ellen Ginsberg Simon
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gina Simmons Schneider Ph.d