Yapay Zeka ile Söyleşi: Türkler, İslam ve “Araplaşma”
Y.Z. – “Türkler” ifadesi, bağlama göre farklı anlamlara gelebilen çok katmanlı bir terimdir. Bu nedenle, etnik, dilbilimsel, tarihsel ve siyasi bağlamları ayırmak gereklidir. Sorunun ikinci kısmında geçen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), çağdaş siyasi yaklaşımlar açısından bir referans olabilir, fakat etnolojik ya da tarihsel açıdan evrensel bir tanım sağlamaz. Aşağıda konuyu bu farklı bağlamlarla açıklıyorum:
Dilbilimsel olarak “Türkler”, Türk dilleri ailesine mensup halkları kapsar. Bu tanım çoğunlukla etnolinguistik (etnik dilsel) temele dayanır. Türk dilleri (Altay dilleri içinde varsayımsal olarak gruplandırılmıştır), büyük ölçüde karşılıklı anlaşılabilirlik gösteren, ama farklı alt kollara ayrılan dillerdir.
Bu kapsamda şu halklar Türk olarak kabul edilir:
Bu liste, UNESCO ve çeşitli etnolingvistik araştırmalarca (ör. Ethnologue, Glottolog) da desteklenir.
Tarihte “Türk” adı ilk olarak 6. yüzyılda Göktürkler (Köktürkler) tarafından siyasi bir kimlik olarak kullanılmıştır. Bu kimlik zamanla başka bozkır halklarını da kapsayacak şekilde genişlemiş; Selçuklular, Osmanlılar ve çağdaş Türk kimlikleri bu tarihsel devamlılık içinde gelişmiştir.
Burada “Türkler”:
2009’da kurulan ve 2021’de adı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) olarak değişen yapı, ortak dil, tarih, kültür ve kimlik unsurlarını paylaşan devletleri bir araya getirmeyi amaçlar. Üye ülkeler şunlardır (2024 itibarıyla):
Tam üyeler: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan (gözlemciydi, katılım sürecinde), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (gözlemci, sınırlı tanınırlıkla)
Gözlemci üyeler: Macaristan (Türk olmadıkları hâlde kültürel bağlar nedeniyle gözlemci) ve Türkmenistan (bazı yıllar gözlemciydi)
Teşkilat, dil, tarih ve kültürdeki ortaklıkları esas alarak bir “Türk dünyası” tanımı yapar. Fakat bu tanım, yukarıdaki bilimsel tanımlarla birebir örtüşmeyebilir. Örneğin: Gagavuzlar (Moldova’da yaşayan, Ortodoks Hristiyan Türk halkı) siyasi olarak temsil edilmez. Uygurlar, Çin yönetimi altında olduğu için dahil edilmez. Tatarlar, Başkurtlar gibi Rusya Federasyonu içindeki birçok Türk halkı doğrudan yer almaz.
Dolayısıyla, TDT’nin tanımı, çağdaş siyasi gerçekliklere ve devlet düzeyindeki ilişkilere bağlıdır. Akademik ve etnolojik anlamda daha dar veya daha geniş yorumlar da mümkündür.
Y.Z. – Hayır, Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071 yılında başlamamıştır. 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi, sembolik olarak Anadolu’nun kapılarının Türklere açıldığı tarih olarak kabul edilse de, Türk varlığı Anadolu’da bu tarihten önce başlamıştır. Bu konuda tarihsel kaynaklar ve arkeolojik bulgular çerçevesinde daha ayrıntılı bir değerlendirme yapılabilir.
Göktürkler ve Hazarlar döneminde Karadeniz’in kuzeyinden ve Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya bazı Türk boylarının ulaştığına dair kayıtlar vardır. Bizans kaynakları 8. yüzyılda Peçenekler, Oğuzlar, Kıpçaklar gibi Türk boylarının Balkanlar ve Anadolu’ya akınlar düzenlediğini yazar. Örneğin, Bizans İmparatorluğu 9. ve 10. yüzyıllarda Türk kökenli paralı askerleri kendi ordularında kullanmıştır.
Horasan ve İran coğrafyasında etkin olan Türk kökenli Müslüman devletler Anadolu’nun doğusuna seferler düzenlemiş, ticaret ve akın yolları açmıştır. 1015–1020 arasında Çağrı Bey, Anadolu’ya keşif amaçlı bir sefer yapmış ve Selçuklu Türkleri ilk kez doğrudan Anadolu’nun iç kesimlerine kadar girmiştir.
1071, Türklerin Anadolu’ya ilk gelişleri değil, fakat sistematik ve kalıcı yerleşim sürecinin hız kazandığı tarih olarak önemlidir.
Malazgirt Savaşı’nda Alp Arslan’ın Bizans ordusunu yenmesiyle Anadolu’daki Bizans savunma hatları çökmüştür. Selçuklular bu tarihten sonra Anadolu’ya Türkmen boylarını kitlesel olarak iskân etmeye başlamıştır. Savaşın ardından Danişmentliler, Mengücekliler, Saltuklular, Artuklular gibi ilk Türk beylikleri Anadolu’da kurulmuştur.
Y.Z. – Tarih boyunca merkezi Anadolu’da kurulmuş veya Anadolu topraklarının önemli bir bölümünü kapsamış olan Türk devletleri ve siyasi yapılar aşağıda kronolojik olarak sunulmuştur. Bu liste yalnızca siyasi/mekanik egemenlik bakımından değil, aynı zamanda idari merkez ve kültürel etki açısından da değerlendirilmiştir.
1015–1020 arasında Çağrı Bey önderliğindeki Selçuklu Türkmenleri Anadolu’ya keşif seferleri düzenledi. Bu dönemde henüz devlet niteliğinde örgütlenmiş yapılar yoktur, fakat sonraki beyliklerin temelini oluşturan unsurlar mevcuttur.
Anadolu’da ilk büyük ölçekli Türk devleti olan Selçuklu Devleti’nin (1077–1308) kurucusu, Süleyman Şah (Kutalmışoğlu), başkentleri İznik (ilk), sonra Konya olup Anadolu’daki İslamlaşma, şehirleşme ve kurumlaşmada belirleyici olmuştur.
13–14. yüzyıl başlarında devletin zayıflamasıyla beylikler dönemi başlamıştır. Bunlar içinde merkezi Anadolu topraklarında yer alanl önemli beylikler; Danişmentliler (Tokat, Sivas, Niksar; 1080–1178), Saltuklular (Erzurum çevresi; 1071–1202), Mengücekliler (Erzincan, Divriği; 1072–1277), Artuklular (Diyarbakır, Mardin, Harput; 1102–1409), Ahlatşahlar (Şah Armaniler) (Ahlat; 1100’ler), Karamanoğulları (Karaman, Konya; 1250–1487), Germiyanoğulları (Kütahya çevresi; 1300–1429) ve Dulkadiroğulları, Eretnaoğulları, Candaroğulları, vb. idi. Bu beyliklerin bir kısmı Osmanlı’ya, bir kısmı Memlûklere bağlandı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş coğrafyası Bilecik-Söğüt’tür (Marmara kenarı), fakat kısa sürede Anadolu’nun büyük kısmı Osmanlı topraklarına katıldı. Anadolu Beylerbeyliği merkezi olarak Kütahya, sonra Ankara gibi şehirler öne çıktı. Anadolu, Osmanlı’nın hem askeri, hem idari, hem de kültürel merkezlerinden biri haline geldi. Başkent İstanbul olsa da, Anadolu’da uzun süreli Türk siyasi hâkimiyeti bu dönemde kurumsallaştı.
Başkenti Ankara olan, Anadolu merkezli bir Türk devleti olarak modern anlamda kurulan ilk cumhuriyet, ve tüm Anadolu coğrafyası üzerinde egemen olan ve millî egemenliğe dayalı Türk devletidir.
Y.Z. – Osmanlıların İslam halifeliğini devralması, Anadolu Türklerinin tarihi açısından hem sembolik, hem de siyasi-dini anlamda önemli bir dönüm noktasıdır. Bu gelişme sadece Osmanlıların İslam dünyasındaki konumunu değil, aynı zamanda Anadolu’nun merkezî bir İslamî güç olarak kabul edilmesini sağlamıştır.
Yavuz Sultan Selim, Mercidabık (1516) ve Ridaniye (1517) savaşlarıyla Memlûk Sultanlığı’nı ortadan kaldırdı.
Bu zaferlerle Osmanlılar; hicaz ve kutsal şehirlerin koruyuculuğunu, Abbâsî halifesinin (sonuncusu: III. Mütevekkil) gözetimini, ve Memlûk topraklarını (Mısır, Suriye, Hicaz) devraldılar.
Y.Z. – Türklerin İslam diniyle tanışma süreci, askerî, siyasî, kültürel ve dinî yönleri olan çok katmanlı bir etkileşim sürecidir. Bu süreç, genellikle 7. yüzyılın sonları ile........
© Hür Fikirler
