menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tutuklulukta ve Adli Kontrolde Geçecek Sürelerin Hesabı ve Kronik Rahatsızlıklar

16 6
14.06.2025

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Koruma Tedbirleri” başlıklı Dördüncü Kısmında düzenlenen tutuklama ile adli kontrol; Kanundaki yerlerinden de anlaşılacağı üzere birer koruma tedbiri olup, bunlarla ulaşılmaya çalışılan amaç, muhakemenin olabilecek en kısa sürede sonuçlandırabilmek, maddi hakikate ulaşılabilmesi için delilleri toplamak ve muhakeme sonucu verilecek kararın infazını sağlayabilmektir.

Tutuklama ve adli kontrol; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ile Anayasa m.19’da güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanması anlamına geldiğinden, bunların Kanunda düzenlenen şartlarının varlığı halinde, ölçülü şekilde tatbik edilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle; aynı zamanda makul sürede yargılanma hakkının da bir gereği olarak, tutuklulukta ve adli kontrolde geçebilecek azami süreler, CMK m.102 ile m.110/A’da düzenlenmiştir. Ancak bu sürelerin hangi aşamaları, ne kadar kapsadığı hakkında tartışma bulunmaktadır.

I. Tutuklulukta Geçecek Süre

“Tutuklulukta geçecek süre” başlıklı CMK m.102/1-2’ye göre; “(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.

(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez”.

Dolayısıyla; kovuşturma aşamasında tutuklulukta geçebilecek azami süreler, sanığa isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmekte ve ancak zorunlu hallerde, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra, gerekçeli olarak verilebilecek uzatma kararlarıyla, yine Kanunda belirtilen sürelerle sınırlı olarak uzatılabilmektedir.

Zorunlu hallerin ne olabileceği ile ilgili hükümde düzenlemeye yer verilmemiş olmakla birlikte; tutuklama şartlarının devam etmesinin zorunlu hal kapsamında kabul edilemeyeceği, çünkü zaten CMK m.108 uyarınca düzenli olarak yapılan tutukluluk incelemelerinde şartların devam edip etmediğinin incelendiği, zorunlu halin ise kurala istisna getirecek bir durum teşkil etmesi gerektiği, ancak kovuşturmanın kapsamı nedeniyle delillerin toplanmasının ve değerlendirilmesinin CMK m.102’de kural olarak belirtilen sürelerde mümkün olmadığı hallerde zorunlu halin varlığından bahsedilebileceği kabul edilmektedir[1]. Ayrıca zorunlu hal istisna olduğuna göre, uzatma kararında gösterilen gerekçelerin de somut ve keyfi olmayacak nitelikte olması gerektiği açıktır.

Belirtmeliyiz ki; her ne kadar tutuklulukta ve adli kontrolde geçecek azami sürelerin Kanunla belirlenmesindeki amaç, İHAS m.5’e, Anayasa m.36’ya ve m.141’e göre makul sürede yargılanma hakkı ile tedbirin cezalandırma boyutuna varmaması ise de, CMK m.102/2’de geçen “uzatma süresi toplam üç yılı (…) geçemez” ibaresi, 2 1 yıl uzatma olacak şekilde değil, 2 3 yıl, yani tutukluluk süresi toplam 5 yıl olabilecek şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine yorumlanmaktadır. Tutuklulukta uzatma süresini ana süreden uzun sayan bu görüşün bir mantığı ve haklılığı olmadığı gibi, aleyhe görüş Kanunun lafzına da uygun düşmemektedir. Ancak uygulamada aleyhe yorumun yerleşik hale geldiği, hem uzatma süresinin ağır cezalık işlerde 3 yıl kabul edildiği ve hem de istinaf ve temyiz kanun yollarında geçen sürelerin azami tutukluluktan sayılmadığı görülmektedir.

CMK m.102/1-2’nin hangi aşamaları kapsadığı konusunda ise esasen hükmün lafzı yoruma açık değildir. Hüküm; ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler diyerek açık bir ayırıma gitmiş olup, işin niteliğine göre kovuşturma aşamasının bütününü, bir başka ifadeyle ilk derece, istinaf ve temyiz aşamalarının tümünü kapsayacak şekilde bir düzenleme içermektedir. Buna göre; “kanunilik” ilkesi gereği, belirtilen sürelerin tüm kovuşturma aşamasını kapsaması gerekmektedir.

Ancak uygulamada durumun farklı olduğu, hükümde belirtilen sürelerin sadece ilk derece yargılamasını kapsadığının kabul edildiği, bu ayırıma ise “hükmen tutukluluk” veya “hüküm özlü tutukluluk” gibi kavramlar oluşturularak gidildiği görülmektedir.

Azami sürelerde yorum uygulamaya dayanak olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.04.2011 tarihli, 2011/1-51 E. ve 2011/42 K. sayılı kararında; “Ancak anılan maddede belirtilen tutukluluk sürelerinin hesabında yerel mahkeme tarafından hüküm verilinceye kadar geçen süre dikkate alınmalı, buna karşın yerel mahkeme tarafından hükmün verilmesinden sonra tutuklu sanığın hükmen tutuklu hale gelmesi nedeniyle temyizde geçen süre hesaba katılmamalıdır; çünkü hakkında mahkumiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkumiyet hükmü olmaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de İHAS’ın 5. maddesinin uygulanmasına ilişkin verdiği kararlarında, tutuklulukla ilgili makul sürenin hesabında ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükmünden sonra geçen süreyi dikkate almamaktadır.” ifadelerine yer verilerek, hükmen tutuklulukta geçen sürenin tutukluluk süresinin hesaplanmasında dikkate alınamayacağı belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere; YCGK, CMK m.102’de gösterilen sürenin sadece ilk derece yargılamasını kapsadığını kabul ederken, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin uygulamasına dayanmıştır; zira İHAM tutuklulukta geçen sürenin İHAS m.5/3 bakımından makul olup olmadığını değerlendirirken, “suç isnadına bağlı tutukluluk” ile “mahkumiyet kararına bağlı tutukluluk” halleri arasında bir ayırım yapmakta ve mahkumiyete bağlı tutuklulukta geçen süreyi dikkate almamaktadır. İHAM; ilk kez Wemhoff/Almanya kararında bu yönde bir ayırıma giderek, ilk derece mahkemesi tarafından verilen bir mahkumiyet kararının ardından devam eden tutukluluğun İHAS m.5/3 değil, m.5/1-a kapsamına girdiğini, dolayısıyla tutukluluk süresinin değerlendirilmesinde hesaba katılmayacağını ifade etmiştir (B. No: 2122764, 25/06/1968, § 9). Bu yaklaşım İHAM içtihadında süreklilik kazanmış olup, Yargıtay tarafından da benimsenmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de tutukluluk süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetleri (uzun tutukluluk şikayetleri) incelerken, İHAM ve Yargıtay kararlarına atıfla isnada bağlı tutukluluk ile hükme bağlı tutukluluk ayrımını devam ettirmiş ve kanun yolu incelemesinde geçen süreyi “tutuklulukta geçen süre” olarak değerlendirmemiştir (Örn., Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 67)[2].

Oysa; YCGK’nın 1968 yılına ait Wemhoff/Almanya kararını, yine 1968 yılında yürürlükte olan Alman Ceza Yargılaması Kanunu ve uygulamasını dikkate alarak verdiği bu kararı, Türk Ceza Yargılaması Hukuku açısından emsal görmek isabetli değildir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, tutuklulukta geçecek sürenin yerel mahkeme tarafından hüküm kurulması aşamasına bağlı tutulmadığı ve bu konuda ayrık bir düzenlemeye gidilmediği görülmektedir. 5271 sayılı Kanunda konu ile ilgili yegane ayırım, ağır ceza........

© Hukuki Haber