Kolluk Görevlilerinin Şüpheli ile Mülakatı Mahkumiyete Esas Alınabilir mi?
I. Giriş
Bu yazımızda; Yargıtay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin birer kararına atıfta bulunarak, suç şüphesinin oluştuğu bir olayda, olayın hemen sonrasında olay yerine intikal eden kolluk görevlilerinin şüpheli şahısla yaptığı ön görüşmede (mülakat), şüpheli şahıs tarafından gerçekleştirilen ikrarın, daha sonra kovuşturma aşamasında mahkumiyet hükmüne esas alınıp alınamayacağı tartışılacaktır.
II. İlgili Kararlar
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.12.2022 tarihli, 2022/388 E. ve 2022/824 K. sayılı kararında; Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca sanığın olayın hemen ardından jandarma görevlilerine verdiği ve bir tutanağa bağlanmış beyanlarının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin 4. fıkrası gereğince hükme esas alınıp alınamayacağı ön sorun olarak belirlenmiştir.
Sayın Ceza Genel Kurulu kararında genel olarak; Ceza Muhakemesi Hukukunda vicdani delil sisteminin benimsendiğini, hem delil serbestliğinin ve hem de delilleri değerlendirme serbestliğinin bu sistemde mevcut olduğunu, ceza muhakemesinde somut gerçek arandığından hakimi buna götürecek her şeyin delil sayılabileceğini, ancak hükme dayanak alınacak delillerin hukuka uygun bulunmalarının gerekeceğini, bu kapsamda şüpheli veya sanığın kolluk ifadesinin elbette delil niteliğinde olduğunu, ancak müdafii hazır olmaksızın alınan bu ifadenin şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça mahkumiyet hükmüne esas alınamayacağını ifade etmiştir.
Bu genel açıklamalar devamında Ceza Genel Kurulu; CMK m.206/2-a, m.217 ve m.230/1 hükümlerine atıfta bulunarak, ön sorunu somut dosya kapsamında değerlendirmeye almış, somut olayda jandarma görevlilerinin uçurumdan yuvarlanan aracın sürücüsü olan sanığı yaralı, eşini ise ölü vaziyette görmeleri sebebiyle, en azından sanık üzerinde taksirle ölüme sebebiyet verme bakımından somutlaşmış bir şüphenin bu aşamada bulunduğu, bu nedenle de sanığa CMK m.147’de belirtilen hakları bildirilmeden ve müdafii hazır bulundurulmaksızın mülakat şeklinde bir uygulama ile kolluk görevlileri tarafından alınan ifadesinin sonradan doğrulanmaması sebebiyle CMK m.148/4, m.206 ve m.217 uyarınca hükme esas alınamayacağı sonuçlarına varmıştır.
Atıfta bulunmak istediğimiz bir başka karar, Anayasa Mahkemesi’nin sonuçlandırdığı bir bireysel başvuru kararıdır. İlgili kararda; Suriye uyruklu başvurucu, 26.08.2017 tarihinde bir otogarda hareketlerinden şüphelenilerek kolluk görevlilerince durdurulmuş ve kimlik tespiti için ilgili büro amirliğine götürülmüş, burada kolluk görevlileri başvurucu ile ön görüşme (mülakat) adı altında bir beyan alma işlemi gerçekleştirmiş ve bu husus tutanağa bağlanmıştır. Başvurucu mülakat adı verilen bu beyan alma sırasında; yasal olmayan yollardan Türkiye Cumhuriyeti topraklarına girdiğini, kaçakçılık yapan bazı kişilerin bu konuda kendisine yardım ettiklerini, 1 ay süresince bir evde kaldığını, burada kendisine yol izin belgesi verildiğini, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti topraklarına giriş yapmadan önce Suriye’de kaldığı süre boyunca Haseki iline bağlı Malkiye ilçesinde YPG terör örgütü kontrolündeki bir belediyenin gümrük biriminde yaklaşık 4 ay süre ile çalıştığını, burada örgüt mensuplarının fotoğraflarının bulunduğu odalarda resim çektirdiğini ikrar etmiştir. Ayrıca başvurucunun, üst araması sonucunda sırt çantası, bir adet flash belleği ve cep telefonu ele geçirilmiştir.
Başvurucu daha sonra kovuşturma aşamasında duruşmada alınan ifadesinde, emniyette verdiği ilk beyanın ifade alma işlemi kapsamında olduğunu dahi bilmediğini belirtmiştir. Buna rağmen yerel mahkeme tarafından başvurucu, kolluk görevlilerine yaptığı ikrar ve üzerinde yapılan arama sonucu elde edilen dijital veriler gerekçe gösterilerek mahkum edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi de esastan reddedilmiş, aynı şekilde temyiz istemi de reddedilerek hüküm Yargıtay 16. Ceza Dairesi (kapatılan) tarafından onaylanmıştır.
Bunun üzerine başvurucu; üzerinden hukuka aykırı olarak elde edilen dijital verilerin delil olarak kabul edildiğini, kolluk beyanına dayanılarak (mülakat) terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılmasının hakkaniyete aykırı olduğunu, ayrıca yargılamanın sonucunu etkileyecek nitelikteki argümanlarının karşılanmadığını belirterek, hakkaniyete uygun yargılama ile gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi kararında CMK m.206/2-a ve m.217 hükümlerine atıfla; ceza muhakemesinin amacının maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olduğunu, ancak bu amacın hasıl olması için yapılacak araştırma faaliyetlerinin sınırsız olmadığını, ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesinin hukuk devletinin temel ilkelerinden sayıldığını, Anayasa m.36 ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/1 hükümlerinde adil/dürüst yargılanma hakkının düzenlendiğini, Anayasa Mahkemesi’nin görevinin belirli delil veya delillerin hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değil, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya yargı mercilerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığı ve hukuka aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemek olduğunu vurgulayarak genel ilkeleri ortaya koymuştur.
Yüksek Mahkeme bu temel ilkeleri sıralayarak verdiği kararında; başvurucunun mülakat adı altında yapılan görüşmede verdiği belirtilen beyanlarının, yargılama aşamasındaki ifadeleri ile doğrulanamadığının anlaşıldığı, başvurucunun ceza muhakemesinde yeri olmayan mülakat usulüne göre elde edilen beyanlarının yargılama aşamalarındaki ifadeleri ile doğrulanamadığı dikkate alındığında, başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan kurulan hükümde bahsi geçen dijital verilerin tek olmasa da belirleyici delil olduğu, başvurucunun mülakat adı altında alınan ve sonraki ifadelerinde büyük ölçüde reddettiği beyanı ile bu beyanı desteklediği Yerel Mahkemece kabul edilen şikayete konu hukuka aykırı arama kapsamındaki delillere dayanılarak mahkum edildiği, başvurucunun yargılamanın çeşitli aşamalarında delillere karşı ileri sürdüğü itirazlar hakkında mahkemelerce herhangi bir değerlendirme yapılmamış olmasının ve telafi edici güvencelere de başvurulmamış olmasının yargılamanın bir bütünde hakkaniyetini zedelediği sonuçlarına ulaşmış olup, kolluk görevlileri tarafından mülakat adı altında yapılan bir ifade almanın ceza muhakemesinde yeri olmadığını ve bu hususun hiçbir şekilde hükme esas alınamayacağını ortaya koymuştur.
İlgili Anayasa Mahkemesi kararı oyçokluğu ile alınmış olup iki üye; başvurucuya yönelik olarak yapılan üst aramasının hukuka uygun olduğunu, başvurucunun üst aramasında elde edilen dijital verilerin belirleyici delil olmadığı, mülakattan bağımsız olarak başvurucunun müdafisi huzurunda alınan beyanlara dayanılarak mahkum........
© Hukuki Haber
