Boşanma Hukukunda Süresiz Yoksulluk Nafakası Sorunu
Giriş
Boşanma, sadece evlilik birliğinin hukuki bağının çözülmesi değil, aynı zamanda tarafların ekonomik ve sosyal hayatlarında köklü değişikliklere yol açan bir kurumdur. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi uyarınca, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan ve kusuru daha ağır olmayan taraf lehine, diğer eşten mali gücü oranında süresiz yoksulluk nafakası talep edilebilmektedir .
1988 yılında yapılan değişiklikle, bir yıl süreyle sınırlı olan yoksulluk nafakası süresiz hale getirilmiş; bu durum günümüzde hem doktrinde hem de yargı kararlarında yoğun tartışmalara yol açmıştır . Süresiz nafaka kurumu, bir yandan boşanma sonrasında zayıf tarafı koruma amacına hizmet ederken, diğer yandan nafaka yükümlülerinin belirsiz bir yük altına sokulması sebebiyle eleştirilmektedir.
Son yıllarda gerek siyasette gerekse kamuoyunda “süresiz nafaka mağduriyeti” söylemi üzerinden tartışmalar giderek artmış; KONDA ve Diyarbakır Barosu araştırmalarına göre ise nafaka hakkı, kadınların şiddetten kurtulabilmesi ve yeni bir hayat kurabilmesi için hayati önemde bir araç olarak görülmektedir .
Bu makalede, öncelikle nafaka türleri ve yoksulluk nafakasının hukuki çerçevesi açıklanacak, ardından Yargıtay kararları ve doktrin görüşleri ışığında süresiz nafaka meselesi değerlendirilecek; son bölümde ise güncel tartışmalar, toplumsal araştırmalar ve reform önerileri incelenecektir.
I. Nafaka Türleri ve Hukuki Çerçeve
Nafaka kurumu, Türk aile hukukunun en tartışmalı alanlarından biri olup, boşanma sonrasında taraflar arasındaki mali ilişkilerin düzenlenmesinde merkezi bir rol oynamaktadır. Kanun koyucu, evlilik birliğinin sona ermesinden doğabilecek ekonomik dengesizlikleri gidermek ve özellikle korunmaya muhtaç tarafı güvence altına almak amacıyla çeşitli nafaka türleri öngörmüştür. Bu bağlamda, tedbir nafakası, iştirak nafakası, yoksulluk nafakası ve yardım nafakası, hem hukuki dayanakları hem de işlevleri itibarıyla birbirinden ayrılmaktadır .
1. Tedbir Nafakası
Boşanma veya ayrılık davası açılması hâlinde hâkimin, tarafların ve çocukların geçimini sağlamak üzere alacağı geçici önlemler arasında tedbir nafakası da yer almaktadır (TMK m.169). Bu nafaka türü, dava süresince eşlerin barınma ve geçim ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Kusur araştırması yapılmaz; ihtiyaç ve ödeme gücü esas alınır.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da tedbir nafakasının istisnai niteliği vurgulanmaktadır. Örneğin, Yargıtay 2. HD, 07.06.2004, E.6597/K.7035 sayılı kararında, çalışabilir durumda olan koca lehine tedbir nafakası bağlanamayacağına hükmedilmiştir. Bu karar, tedbir nafakasının esasen korunmaya muhtaç tarafı güvence altına alan bir mekanizma olduğunun altını çizer.
2. İştirak Nafakası
Boşanma sonrasında çocuğun velayeti kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür (TMK m.182). Bu yükümlülük, çocuğun üstün yararı ilkesi ile temellendirilmiştir. Uygulamada iştirak nafakasının çoğunlukla anne lehine hükmedildiği görülmekte, ancak nafaka yükümlüsünün ekonomik koşullarına göre miktar farklılaşmaktadır.
Nitekim KONDA tarafından 2020 yılında gerçekleştirilen saha araştırması, toplumun p’inin iştirak nafakasını desteklediğini ortaya koymuştur . Bu veri, iştirak nafakasının geniş bir toplumsal meşruiyete sahip olduğunu, dolayısıyla nafaka kurumuna yönelik genel eleştirilerin esasen yoksulluk nafakasına odaklandığını göstermektedir.
3. Yoksulluk Nafakası
Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan ve kusuru diğerinden daha ağır olmayan taraf lehine, diğer eşin mali gücü oranında süresiz yoksulluk nafakasına hükmedilmesini öngörmektedir. Bu hüküm, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da dayanışma yükümlülüğünün devam edeceği anlayışına dayanmaktadır.
Ancak yoksulluk nafakası, özellikle süresiz niteliği sebebiyle, günümüzde hem doktrinde hem de uygulamada en yoğun tartışmalara konu olan nafaka türüdür. Bir taraftan, boşanma sonrası ekonomik açıdan dezavantajlı konumda olan eşin korunması açısından vazgeçilmez bir araç olarak görülmekte; diğer taraftan, süresiz yükümlülüğün nafaka borçlusu üzerinde adaletsiz sonuçlar doğurabileceği ileri sürülmektedir .
4. Yardım Nafakası
Son olarak, TMK m.364 uyarınca, altsoy, üstsoy ve kardeşler arasında düzenlenen yardım nafakası, boşanma hukukunun dar anlamda bir parçası olmamakla birlikte, aile dayanışmasının hukuki tezahürüdür. Yardım nafakasının amacı, yoksulluğun aile bağları içinde paylaşılmasıdır. Bu kurum, boşanma bağlamından ziyade, toplumsal dayanışmayı yansıtan bir düzenleme olarak değerlendirilmelidir.
II. Yoksulluk Nafakası ve Süresizlik Sorunu
1. Tarihsel Arka Plan
Yoksulluk nafakası, Türk aile hukukunun temel kurumlarından biridir. 1926 tarihli Medeni Kanun, İsviçre Medeni Kanunu’nun etkisiyle, boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek eş lehine bir yıllık süreyle yoksulluk nafakası öngörmüştür. Buradaki amaç, evliliğin sona ermesinden sonra da eşler arasında sınırlı bir süre için dayanışma bağının devam etmesi, fakat bu bağın ebedileştirilmemesiydi .
Ne var ki, 1980’li yıllarda kadın hareketlerinin güçlenmesi ve kadınların boşanma sonrasında maruz kaldıkları yapısal yoksulluğun görünür hâle gelmesiyle birlikte, bu süre sınırının yetersiz kaldığı yönünde eleştiriler yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda 3444 sayılı Kanun ile 1988 yılında yapılan değişiklik sonucunda süre sınırlaması kaldırılmış ve Türk hukukunda süresiz yoksulluk nafakası kurumu ortaya çıkmıştır . Bu düzenlemenin gerekçesinde, kadınların iş gücüne katılımının düşüklüğü, evlilik boyunca ev içi emeğe dayalı rollerin ağır basması ve boşanma sonrasında ekonomik bağımsızlıklarını kurmakta yaşadıkları güçlükler açıkça ifade edilmiştir.
2. Normatif Çerçeve ve Uygulama
Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi uyarınca, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olan ve kusuru diğer eşe nazaran daha ağır olmayan taraf lehine süresiz yoksulluk nafakasına hükmedilir. Bu hüküm üç temel unsura dayanmaktadır:
1. Yoksulluk tehlikesi: Fiilî yoksulluğun gerçekleşmiş olması aranmaz; boşanma sonucunda yoksulluğa düşeceği öngörülen tarafın korunması yeterlidir.
2. Kusur durumu: Talep eden tarafın kusuru diğerinden daha ağır olmamalıdır. Bu, boşanma hukukunun temelinde yer alan kusur ilkesinin nafaka hukukuna yansımasıdır.
3. Mali güç dengesi: Nafaka borçlusunun ödeme gücü belirleyici olup, nafaka miktarı tarafların sosyal ve ekonomik koşullarına göre belirlenir.
Yargıtay içtihatları, süresiz nafakanın hâkim tarafından süreyle sınırlandırılamayacağı yönündedir. Örneğin Yargıtay 2. HD, 2017/1737 E., 2018/5789 K. sayılı kararında, yoksulluk nafakasının süreyle sınırlanmasının kanuna aykırı olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu yaklaşım, süresiz nafakanın Türk hukukunda katı bir normatif çerçeveye oturduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, Yargıtay, nafaka miktarının belirlenmesi ve ilerleyen yıllarda artırılması veya azaltılması hususunda geniş bir takdir yetkisini hâkime tanımaktadır.
3. Doktrindeki Tartışmalar
Süresiz nafaka meselesi, özellikle son otuz yılda, doktrinde iki farklı yaklaşımın çatışmasına sahne olmuştur:
● Savunan Görüş: Süresiz nafakanın varlığı, kadın-erkek eşitsizliğinin hâlen derin olduğu bir toplumda, boşanma sonrasında dezavantajlı durumda kalan eşin korunması açısından zorunludur. Kadınların iş gücüne katılım oranlarının düşüklüğü, evlilik içinde ev içi emeğin görünmezliği ve “yoksulluğun kadınlaşması” olgusu, bu görüşün temel argümanlarını oluşturmaktadır .
● Eleştirel Görüş: Nafakanın süresiz olması, boşanmanın kesinlik ve nihailik ilkesiyle çelişmektedir. Zira taraflar hukuken boşanmış olsa dahi, süresiz nafaka nedeniyle aralarındaki mali bağ devam etmekte ve bu durum yeni evliliklerin ekonomik temellerini dahi zedeleyebilmektedir. Bu nedenle doktrinde, nafakanın belirli bir süreyle sınırlandırılması veya kademeli bir sisteme bağlanması gerektiği savunulmaktadır .
Her iki görüş de, nafakanın sosyal işlevi ile bireysel özgürlükler arasında hassas bir denge sorunu bulunduğunu ortaya koymaktadır.
4. Toplumsal Yansımalar
Son yıllarda, özellikle sosyal medyada ve siyasi söylemlerde “süresiz nafaka mağduriyeti” ifadesi sıkça kullanılmaktadır. Bu söylem, çoğunlukla erkeklerin uzun süreli nafaka yükümlülüklerini “ekonomik pranga” olarak tanımlamaları üzerinden inşa edilmektedir. Ancak KONDA araştırması, nafaka miktarlarının toplumda sanıldığı kadar yüksek olmadığını, ortalama nafaka tutarlarının oldukça düşük seviyelerde seyrettiğini ortaya koymuştur........
© Hukuki Haber
