menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

CUMHURİYET'İN MÜEYYİDESİ ANKARA HUKUK FAKÜLTESİ'NİN 100.YILI

6 1
latest

“Cumhuriyetin müeyyidesi olacak bu müessesenin küşadında hissettiğim saadeti hiçbir teşebbüste duymadım ve bunu izhar ve ifade etmekle memnunum“

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk, Cumhuriyet’i yalnızca siyasal bir rejim değişikliği olarak değil, hukukun, adaletin, ekonominin, eğitimin, kültürel ve toplumsal yapının kökten yenilenmesi olarak görmüştür.

Atatürk için hukuk, yalnızca kanunlar bütünü değildir. Hukuk; toplumsal düzenin kaynağı, adaletin uygulama aracı, bireyin vicdanı ve devletin meşruiyet kaynağıdır.

Onun şu sözü, hukuk anlayışının özüdür: “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz.”

Yani: Bir ülkede adalet yoksa, devletin varlığı anlamını yitirir. Hukuk, devletin dayandığı en sağlam temeldir.

Bu nedenle 1920’lerin ortalarından itibaren, kısa sürede çok büyük bir hukuk inkılabı gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmaları incelendiğinde; egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu, hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletini kurmayı planladığını ve adım adım bunu gerçekleştirdiğini görüyoruz.

Örneğin “Herhalde dünyada bir hak vardır. Ve hak kuvvetin üstündedir.”1919 (Nutuk III, s. 1184) sözüyle hukukun üstünlüğüne vurgu yapmış,

Atatürk’ün istiklal savaşından itibaren istikbale gidecek yolu adım adım nasıl hazırladığını ve aslında tüm programın zihninde hazır olduğunu 1 Mart 1922 de Türkiye Büyük Millet Meclisinin üçüncü toplantı yılını açarken yaptığı konuşmada da görebiliyoruz. Diyor ki:

“Bizim milletimiz ve hükümetimiz, adalet fikri ve adalet anlayışı noktasında hiçbir uygar milletten aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza tanıklık eder. Bu sebeple bizim de adalet mevzuatımızın, bütün uygar milletlerin yürürlükteki yasalarından eksik olması doğru değildir. Savaşımlarımızın yöneldiği tam bağımsızlık kavramında adlî bağımsızlığımızın da içinde bulunduğu doğaldır. Bu nedenle her bağımsız devletin bir ayrılmaz hakkı olan adalet dağıtma görevine kimseyi karıştıramayız.” sözüyle tarafsız ve bağımsız yargı hayalini ortaya koymuştur. (1922 Atatürk’ün S.D.l, s. 217-218, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. 1, C. 18, Sa. 2)

Kurtuluş savaşı ile vatan toprakları korunmuş, Ankara’da kurulan Millet Meclisi ve ilan edilen Cumhuriyet ile milletin bağımsızlık iradesi ortaya çıkmıştır. Şimdi sıra siyasi bağımsızlığın hukuk bağımsızlığı ile taçlanmasındadır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihine yalnızca bir asker ve devlet adamı olarak değil, aynı zamanda hukuk devriminin mimarı olarak geçmiştir. Onun liderliğinde gerçekleştirilen hukuk reformları, Türkiye’nin modern, laik ve demokratik bir hukuk devleti haline gelmesinin temelini oluşturmuştur.

29 Ekim 1923’de yeni devletin yönetim biçimi Cumhuriyet olarak kabul edilmiş ve Sosyal, ekonomik, kültürel, idari yönden köklü değişime neden olan Cumhuriyet, hukuk devrimi ile şekillenmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından (1923) sonra Atatürk, modern, laik ve çağdaş bir devletin kurulması için hukukun da laikleşmesi ve çağdaşlaşması gerektiğini görüyordu.

Bu nedenle, hukuk devrimini gerçekleştirecek yeni nesil hukukçulara ve modern bir hukuk okuluna ihtiyaç vardı.

Atatürk bu düşüncesini şu sözlerle dile getirmiştir: “Yeni Türkiye Devleti, her alanda olduğu gibi hukukta da eskiye bağlı kalamaz. Hukuk, milletin sosyal ve çağdaş ihtiyaçlarına uygun olmalıdır.”

Yeni Türk Devletinin temel esaslarını belirleyen 1924 Anayasası ile Türkiye Cumhuriyeti, laik hukuk devleti kimliğini anayasayla güvence altına almıştır.

Atatürk’ün hukuk anlayışı, üç temel düşünce üzerine kuruludur:

-Egemenlik millete aittir.

-Adalet, devletin temelidir.

-Hukukun üstünlüğü olmadan özgürlük ve eşitlik olamaz.

Bu ilkeler doğrultusunda yapılan reformlar, sadece yasaların değişmesini değil, toplumun zihniyetinin dönüşümünü de sağlamıştır.

Her ne kadar zaman içinde tartışmalar ve zorluklar yaşansa da, Atatürk’ün hukuk devrimi, Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş bir ulus-devlet olma hedefinin pusulası olmuştur.

Bu hukuk devriminin hayata geçirilmesi için atılan en önemli adımlarından birisi de yeni Cumhuriyet için devlet adamı ve yargı kadrosu yetiştiren bir merkez haline gelecek olan Ankara Hukuk Mektebi’nin (bugünkü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi) 5 Kasım 1925 tarihinde açılışı ve açılışta Atatürk tarafından yapılan konuşmada verilen mesajlardır. Okulun kuruluş felsefesini ortaya koyan bu konuşma aynı zamanda Cumhuriyet’in hukuk anlayışının temel belgesi niteliğindedir.

Okulun kuruluşu Atatürk’ün direktifiyle Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat Bozkurt tarafından yürütülmüştür;

Mahmut Esat Bey 1925 yılı Bütçe Kanunu tasarısına, hakim azlığı gerekçesi ile bir yatılı hukuk okulu açılması için ödenek koydurmuştur. 23 Şubat 1925 günü Bütçe Kanunu Meclis Genel Kurulunda, uzun tartışmalardan sonra dört oyluk farkla Ankara Leylî (yatılı) Hukuk Mektebi'nin açılması kabul edilmiştir. (Ahmet Mumcu Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi Shf.35-58)

Mecliste yapılan konuşmalardan birisi aynen şöyledir. "Ankara'da bir hukuk mektebine ihtiyaç vardır. Çanakkale'de, millî mücadelede münevver vatandaş saflarında boşluklar husule geldi. Bunların dolması lâzımdır." (Faruk Erem Merasim Konuşması Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi [ 1950, Cilt 7, Sayı 3-4]

Mahmut Esat Bozkurt 15 Eylül 1925 de ileri gelen hukukçularla bir toplantı yapmış ve açılacak okulun adı, müfredatı, eğitmen kadrosu gibi konular masaya yatırılmıştır. Komisyonun ilk toplantısına kimlerin katıldığı hususunda iki farklı bilgi mevcuttur. Süheyp Derbil’e göre toplantıya katılanlar şunlardır: Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Şevket Memadali Bilgişin, Cemil Bilsel, Tevfik Kamil Koperler, Yusuf Kemal Tengirşenk ve Süheyp Nizami Derbil. Mumcu ise, Cemil Bilsel’in bu kişilerin yanı sıra Hasan Saka, Refik Sayfdam, Sadri Maksudi ve Şükrü Kaya’yı da saydığını aktarmaktadır. (Ahmet Mumcu, Ankara Adliye Hukuk Mektebi’nden Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne (1925-1975) - Ankara Hukuk Fakültesi’nin Yarım Yüzyıllık Tarihi, Ankara 1977 s. 60, dipnot 40.)

Bu toplantıda ders verecek hocalara müderris ya da muallim denmesi konusu da tartışılmış ve nihayetinde “profesör”........

© Hukuki Haber