Sumud Filosu ve Hukuki Değerlendirme
I.1. Küresel Sumud Filosu’nun (GSF) Tanımı ve Misyonu
Küresel Sumud Filosu (Global Sumud Fleet – GSF), Gazze Şeridi’ne yönelik olarak 2007 yılından bu yana kesintisiz şekilde uygulanan kara, hava ve deniz ablukasını kırmayı ve bu ablukanın yol açtığı ağır insani krizi uluslararası kamuoyunun gündemine taşımayı amaçlayan, sivil toplum inisiyatifiyle organize edilmiş en geniş kapsamlı deniz misyonu olarak tarihe geçmiştir. Filo; İspanya’nın Barselona, İtalya’nın Cenova ve Fransa’nın Marsilya gibi Avrupa’nın önemli liman kentlerinden hareket eden 40 ila 50’yi aşkın gemiden oluşmakta, aralarında milletvekilleri, insan hakları savunucuları, hukukçular, gazeteciler, sağlık çalışanları ve çevre aktivistlerinin de bulunduğu, 44’ten fazla ülkeden yüzlerce gönüllü katılımcıyı bir araya getirmektedir. Katılımcılar arasında Greta Thunberg gibi küresel ölçekte tanınan sembol isimlerin bulunması, Küresel Sumud Filosu sadece bölgesel değil, küresel bir dayanışma hareketi niteliği taşıdığını göstermektedir.
Filo’nun misyonu, dar anlamda yalnızca insani yardım malzemelerini Gazze’ye ulaştırmakla sınırlı değildir. Asıl amaç, uluslararası toplumun dikkatini Filistin halkının maruz kaldığı ağır hak ihlallerine çekmek, ablukayı hukuk dışı bir uygulama olarak teşhir etmek ve devletler nezdinde diplomatik baskı oluşturmayı sağlamaktır. Bu yönüyle Küresel Sumud Filosu, insani yardım ulaştırma ile barışçıl direniş ve sivil itaatsizlik arasında hibrit bir yapıya sahiptir.
Küresel Sumud Filosu eylemi, daha önce Gazze’ye yardım götürmeye çalışan Mavi Marmara (2010), Hanzala ve Madleen gibi filolara yönelik uluslararası sularda gerçekleştirilen zorla müdahaleler ve el koyma örneklerinin ışığında gerçekleşmektedir. Özellikle Mavi Marmara olayı, İsrail güvenlik güçlerinin açık denizde operasyon düzenlemesi sonucunda 10 sivilin hayatını kaybetmesi ve onlarca kişinin yaralanmasıyla hafızalara kazınmış, uluslararası kamuoyunda derin yankılar uyandırmıştır. Bu tarihsel tecrübeler, Küresel Sumud Filosu katılımcılarının yüksek hukuki ve fiziksel riskleri bilerek üstlendiğini, olası bir müdahalenin ise uluslararası hukukun açık ihlallerine dair somut kanıt oluşturma potansiyeli taşıdığını ortaya koymaktadır.
İsrail makamları Filoyu “provokatif bir girişim” olarak nitelendirirken, katılımcılar eylemlerinin şiddet içermeyen barışçıl bir direniş olduğunu, insani zorunluluklardan kaynaklandığını ve uluslararası hukukun tanıdığı meşru haklara dayandığını vurgulamaktadır. Bu nedenle Küresel Sumud Filosu, yalnızca bir yardım konvoyu değil; aynı zamanda uluslararası toplumun sessizliğine karşı bir vicdani uyarı, ablukanın yarattığı insani felakete karşı küresel bir dayanışma sembolü niteliği taşımaktadır.
I.2. Uygulanacak Hukuki Çerçeve
Küresel Sumud Filosu’na uygulanacak hukuki çerçeve, birbiriyle kesişen ancak zaman zaman çatışan üç temel alan olan Uluslararası Deniz Hukuku (UNCLOS), Uluslararası İnsancıl Hukuk (UIH) ve Uluslararası İnsan Hakları Hukukundan oluşmaktadır: Bu üç alan, hem gemilerin uluslararası sulardaki statüsünü hem de sivillerin insani yardıma erişim hakkını düzenlediği için, Filo’nun hukuki değerlendirmesinde birlikte ele alınmak zorundadır.
Uluslararası Deniz Hukuku (UNCLOS, 1982), gemilerin bayrak devleti koruması altında seyrüsefer serbestisi hakkını garanti altına alır. UNCLOS’un temel ilkelerine göre, uluslararası sularda sivil gemilerin hareket özgürlüğü hiçbir devlet tarafından engellenemez. Bu bağlamda Küresel Sumud Filosu, farklı devletlerin bayrağını taşıyan ve resmi olarak kayıtlı sivil gemilerden oluştuğu için, uluslararası sularda seyir halindeyken seyrüsefer serbestisi ilkesinden doğan mutlak bir korumaya sahiptir.
Uluslararası İnsancıl Hukuk (UIH) ise, abluka ve silahlı çatışma koşullarında sivillerin korunmasını düzenleyen temel kurallar bütünüdür. 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve ek protokoller, sivillerin aç bırakılmasını mutlak surette yasaklamış ve taraf devletlere insani yardımın ulaştırılmasına izin verme yükümlülüğü yüklemiştir. Gazze’ye uygulanan ablukanın sivilleri hedef aldığı ve yaşam hakkını doğrudan tehlikeye soktuğu dikkate alındığında, Küresel Sumud Filosu ‘nun misyonu UIH kapsamında zorunlu insani yardım sağlama yükümlülüğünün doğrudan bir yansımasıdır.
Uluslararası İnsan Hakları Hukuku ise, savaş veya barış zamanı ayrımı yapmaksızın bireylerin yaşam hakkı, sağlık hakkı ve insani yardıma erişim hakkı gibi temel haklarını korumaktadır. Gazze’deki abluka nedeniyle oluşan insani kriz, yalnızca çatışma hukuku değil aynı zamanda insan hakları hukuku bakımından da ağır ihlaller doğurmaktadır. Dolayısıyla Küresel Sumud Filosu ‘un hareketi, insan haklarının korunması amacıyla meşru bir girişim olarak da değerlendirilmektedir.
Küresel Sumud Filosu’nun hem UNCLOS tarafından korunan sivil ve tarafsız bir seyrüsefer eylemi hem de UIH kapsamında zorunlu insani yardım misyonu olarak nitelendirilmesi, Filo’ya yönelik hukuki korumayı iki katına çıkarmaktadır. Bu çifte statü, İsrail’in olası bir müdahalesini hem deniz hukuku hem de çatışma hukuku düzleminde aynı anda geçersiz kılmaktadır.
Zira uluslararası sularda gerçekleştirilecek bir müdahale, UNCLOS’un seyrüsefer serbestisini güvence altına alan temel hükümlerini açıkça ihlal edecektir. Diğer yandan abluka hukuku gerekçesiyle insani yardımın engellenmesi, Uluslararası İnsancıl Hukuk’un sivilleri aç bırakma yasağı ve zorunlu yardımların serbest bırakılması ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle Küresel Sumud Filosuna karşı yapılacak herhangi bir zorlayıcı eylem, yalnızca teknik bir hukuk ihlali değil, aynı zamanda uluslararası hukukun temel prensiplerinin ve ius cogens niteliğindeki normlarının ihlali anlamına gelecektir.
II. Uluslararası Deniz Hukuku (UNCLOS) Perspektifinde Seyrüsefer Serbestisi ve Müdahale Yetkisinin Sınırları
II.1. Deniz Yetki Alanlarının Hukuki Rejimi
1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), deniz yetki alanlarını ayrıntılı biçimde tanımlamış ve devletlerin bu alanlardaki haklarını ile yükümlülüklerini açıkça ortaya koymuştur. Bu düzenlemelere göre, bir devletin karasularında (12 deniz miline kadar) tam egemenliği bulunmaktadır. Bu egemenlik, ülke toprakları üzerindeki egemenlikle aynı nitelikte olup, yabancı gemiler ancak “zararsız geçiş” hakkından yararlanabilmektedir. Karasularının ötesinde yer alan bitişik bölgede (24 deniz miline kadar), kıyı devleti gümrük, maliye, göç ve sağlık düzenlemelerinin ihlalini önlemek amacıyla denetim yapabilir. Münhasır Ekonomik Bölge’de (MEB – 200 deniz miline kadar) ise devletin yalnızca doğal kaynakların araştırılması, işletilmesi ve korunmasına ilişkin ekonomik hakları vardır; buna karşılık diğer devletlerin seyrüsefer ve uçuş serbestisi kısıtlanamaz. Yüksek denizler ise hiçbir devletin egemenliği altında bulunmayan, bütün devletlerin eşit şekilde yararlandığı ve seyrüsefer serbestisinin mutlak olarak geçerli olduğu........
© Hukuki Haber
