menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mehmet Ali Aybar: Hukukçu Kimliği ve Entelektüel Mirası

10 0
10.10.2025

Hayat ikilikleri teke indirgeme sanatıdır. Dünü anlamak bugünü de anlamaktır. Ne var ki çoklukla ikilikleri artırır ve bugünü anlamlandıramadığımızda geçmişe sığınırız. Biz varız ve varlığımızdan da şüphe etmiyoruz. Ancak varlığa ve var olanların mahiyetine dair telakkilerimiz başka başka. Yine çoklukla zihnimizdeki gerçeklikle var olanın mahiyeti arasında doğru bağlar kuramıyor, doğru tasavvur ve tasdiklere ulaşamıyoruz.

Sosyalist hareketi anlamak bir bakıma Türkiye’yi anlamaktır. Hukukçu, düşünür ve bir siyaset adamı olarak Mehmet Ali Aybar’ı anlamak da sosyalist hareketin macerasını okumak için iyi bir perspektif sunar. Ne var ki burada da birçok ikilikler karşımıza çıkar ve Aybar tek bir yazıya hasredilemeyecek kadar çok spekülasyonun odağındadır. Bunda Doğan Avcıoğlu’nda olduğu gibi bugün ve dün arasındaki münasebetin sağlıklı kurulamamasının da payı çoktur, bu sağlıksız perspektif Aybar hakkında da değerlendirmelerimizi etkilemektedir. Kimilerine göre ilkeli ve nitelikli biri olan Aybar kimilerine göre burjuvazinin sözcüsü, solun sağa kaymasının alemi ve Marksizmin temel savlarından habersiz bir yazı adamıdır.

Bu ve benzeri tartışmalar yazının konusu olmasa da okuyucuya sadece bir perspektif verme amacıyla yazılmış bu yazının girişine bu satırları ekleme ihtiyacı hissettim. Belki başka bir zaman bu hususları bir nebze olsun cerh ve tadil etmeye yarayacak bir yazı kaleme alabilirim ancak bu konuda asıl sorumluluk bir gelenek olarak solun temsilcilerindedir, eğer hala yaşıyorlar ise.

Hukuk Eğitimi ve Akademik Kariyeri

Mehmet Ali Aybar, (1908–1995) seçkin bir ailede dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi’nde eğitim gördükten sonra 1930’larda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Lisans eğitimi sırasında dönemin resmi ideolojisi olan pozitivizmin etkisinde kalarak güçlü bir hukuk formasyonu edindi; klasik Roma hukuku ve modern hukuk teorisine dair sağlam bir altyapı kazandı. Mezuniyetinin hemen ardından, Prof. Ali Fuat Başgil yönetimindeki Anayasa Hukuku kürsüsünde asistan olarak akademik kariyerine başladı. Aybar, 1939 yılında “Hukuki Mecburiyet ve Pozitif Zihniyet” başlıklı teziyle hukuk doktorasını tamamlamış, 1942’de devletler hukuku (uluslararası hukuk) doçenti unvanını almıştır. Bu tez başlığından da anlaşılacağı üzere Aybar, hukuk felsefesinde hukuki yükümlülük kavramını ve hukukun pozitif (olgucu) karakterini genç yaşta mercek altına almıştır.

Aybar’ın akademik yayımları, hukuk teorisine odaklanan entelektüel yönünü ortaya koyar. Nitekim 1941 yılında Hukuk Fakültesi Mecmuası’nda yayımladığı makalelerinde, hukuk bilimini bilgi felsefesi içindeki yeri ve hukukun yapısı ile evrimi gibi konuları irdelemiş; ayrıca “şe’niyetçi telakkilere karşı sûrî (biçimci) bir hukuk telakkisinin müdafaası” başlığıyla, hukukun salt biçimsel tarafını vurgulayarak teleolojik (amaçsal veya ahlaki içerikli) hukuk anlayışlarına eleştirel bir perspektif getirmiştir. Bu çalışmalar Aybar’ın genç bir hukukçu olarak Kelsen tarzı hukuki pozitivizmin teorik temelleriyle ilgilendiğini göstermektedir. Ancak, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Paris’teki araştırma planlarının kesintiye uğraması gibi gelişmeler, Aybar’ın akademik rotasını etkilemiştir. Paris’te Sorbonne’a araştırma yapmak üzere giden Aybar, orada Marksist literatürle tanışma imkânı bulmuş ve savaş nedeniyle Türkiye’ye dönmek zorunda kalmıştır. Bu deneyimler, onun saf bir hukuk teorisyeninden ziyade toplum ve siyaset meselelerine duyarlı bir entelektüel olarak şekillenmesine katkı sağlamıştır.

Tek parti döneminin baskıcı ortamında Aybar’ın kalemi, hukukçu kimliğiyle siyasi eleştiriyi birleştirdi. 1945’te Vatan gazetesinde yayımladığı “Kâğıt Üzerinde Demokrasi” başlıklı yazı dizisinde, dönemin otoriter yönetimini ve göstermelik demokrasi uygulamalarını cesurca eleştirdi. Bu eleştiriler sonucunda üniversitedeki görevine 1945 yılında son verildiği akademik kaynaklarda belirtilmektedir. Gerçekten de Aybar’ın akademik hayatı uzun soluklu olmamış; 1946’da doçentlik görevinden uzaklaştırılması, Türkiye’de bilim insanı olarak ifade özgürlüğüne tahammülsüzlüğün bir göstergesidir. Akademiden ayrılan Aybar, bir süre bağımsız siyaset denemesinde bulunmuş, ardından Hür ve Zincirli Hürriyet gibi muhalif gazeteleri çıkarmıştır. Ancak bu girişimler de sıkıyönetim engeliyle karşılaşmış; Aybar 1947-49 yıllarında çıkardığı gazetelerdeki yazıları nedeniyle hapis cezasına çarptırılmış ve 1950’de çıkan genel afla serbest kalmıştır. Serbest kalışı takiben 1952’den itibaren avukatlık yapmaya başlayan Aybar, mesleki bilgisini toplumsal mücadeleden koparmadan icra etmiş, 1980’lere dek sürecek hukuk mücadelesinin temellerini atmıştır. Bu dönemde, özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kapatılan DİSK sendikasının avukatlığını üstlenmesi, onun hukukçu kimliğinin toplumsal adalet arayışıyla bütünleştiğinin bir kanıtıdır.

Fikrî Dönüşümü

Aybar’ın entelektüel birikimi, hukuk alanındaki klasik formasyon ile toplumsal kuramı buluşturur. Geleneksel Roma hukuku eğitiminin kazandırdığı tarihsel perspektif ve hukukun evrensel ilkelerine dair bilgisi, onun ileride geliştireceği sosyalizm anlayışında zemin oluşturmuştur. Hukuk felsefesine yönelik çalışmaları sayesinde, hukukun yalnızca normatif bir teknik değil, aynı zamanda toplum ve adaletle ilişkili bir disiplin olduğunu erken kariyerinde fark etmişti. 1940’lı yıllarda kaleme aldığı akademik makaleler, hukukun bağımsız bir bilim dalı olarak yöntemini ve bilgi kuramındaki yerini sorgularken, hukuk kurallarının ahlak ile ilişkisini de dolaylı biçimde gündeme getiriyordu. Örneğin, biçimci hukuk anlayışını savunan çalışması, dönemin pozitivist yaklaşımını yansıtsa da hukukun toplumsal amaçlarını göz ardı eden bir bakışın eleştirel değerlendirmesini içeriyordu. Böylece Aybar, hukukun özünde insanî ve toplumsal bir olgu olduğunu, salt kanun metinlerinden ibaret görülmemesi gerektiğini daha o yıllarda ortaya koymuş oluyordu.

Bu teorik birikim, Aybar’ın sosyalizm düşüncesini şekillendirirken belirleyici oldu. Paris’teki öğrencilik yıllarında Marksizme dair okudukları ve Cumhuriyet Türkiye’sindeki sınıfsız toplum ideali arayışı, onu dogmatik olmayan bir sosyalizm tanımı geliştirmeye sevk etti. Aybar, sosyalizmi yalnız iktisadi yapıyı değiştirmeye indirgemek yerine, insan onuru, özgürlük ve eşitlik eksenine oturttu. Kendi ifadesiyle “sosyalizm odağı insan olan bir dünya görüşüdür”; insanın insanı sömürmediği, kardeşçe ve özgür bir toplum düzenini hedef alır. Aybar’ın vurguladığı sosyalizm anlayışı, tarihsel gelişmenin insanlığı ulaştıracağı yeni bir üretim biçimi olarak görülür; bu bakımdan ütopik bir hayal değil, toplumsal ilerlemenin doğal sonucu olan özgürlük ve eşitlik düzenidir. Onun bu yaklaşımı, Marksizmi kalıplaşmış dogmalarla değil, insani değerlerle harmanlayarak yorumlamasıyla özgünleşmiştir.

Aybar, 1960’larda Türkiye solunda hakim olan ortodoks Marksist çizgiden belirgin biçimde ayrılan kavramlar ortaya........

© Hukuki Haber