Gerçek ötesi dünyadan postdramatik tiyatroya
Tiyatro zamanın ve toplumun değişen ihtiyaçlarına göre şekillenmeye devam eden, adeta canlı bir organizma. Bu değişimleri politik tiyatrodan başlayarak ezilenlerin tiyatrosuna kadar getirmiştim. Bu hafta günümüze doğru yaklaşmaya devam edelim. Ama her hafta kendi içinde bağımsız bir köşe olduğundan kısa bir toparlama iyi olur.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı, dünyayı kökünden sarsan bir dönemeçti, gerçi olaylar hala bitmek bilmese de Sanayi Devrimi’nin getirdiği hızlı şehirleşme, savaşların açtığı derin yaralar, bilimin otoriteyi sorgulayan buluşları ve bireyin giderek artan yalnızlığının en sert yaşandığı zaman dilimiydi. İşte bu atmosferde modernizm, yalnızca bir sanat hareketi değil, bir ruh hali olarak doğdu. Geleneksel biçimlere meydan okuyan, geçmişin kalıplarını kıran bu anlayış, edebiyattan resme, müzikten tiyatroya kadar her alanda etkisini hissettirdi.
20. yüzyıl tiyatrosuna damga vuran akımlardan ekspresyonistler, sahnede gerçeği çarpıtarak bireyin ruhsal fırtınalarını öne çıkardı. Absürd tiyatro, Beckett ve Ionesco gibi isimlerle insanın varoluş mücadelesinin boşluğunu seyircinin yüzüne vurdu. Brecht’in epik tiyatrosu, sahneyi bir düşünce laboratuvarına çevirdi; seyirciyi edilgen bir izleyici olmaktan çıkarıp, eleştirel bir gözlemciye dönüştürdü. Sembolizm ise mekânları ve karakterleri yalnızca görünenin değil, daha derin anlam katmanlarının habercisi haline getirdi.
Modernizm tiyatronun işlevinde önemli dönüşümler sağladı. Artık tiyatro yalnızca bir eğlence alanı değil, seyirciyi rahatsız eden, düşündüren, sorgulatan bir mecra haline geldi. Modernist oyunlar, seyircinin oturduğu koltukta huzurla geriye yaslanmasına değil, aksine hayatı, toplumu ve kendisini yeniden düşünmesine yol açmaya başladı.
Tüm bu olumlu değişimlere rağmen modernizm, 60’ların rüzgârıyla beklenen özgürleşmeyi, bireysel mutluluk arayışlarını hayal edildiği kadar gerçek kılamadı. Zaman algısındaki değişim ve hızlanma bir parçalanmaya neden oldu. Globalleşmeyle dünya kültürel, ekonomik ve sosyal olarak hayali olarak sınırları ortadan kalkmış bir monokültüre dönüşürken, bu tek tipleşme, sonrasındaki parçalanma için asıl sebep oldu. Özellikle kültürel olanın tek tipleşmesi, baskın olanın belirlediği yönde ilerledi. Kültürün tanımında, insanın hayatta kalmak için yaptığı her şeyin toplamı olması vardır. Kültürlerin ileriye veya öteki topluluklara aktarılması için daima araçlara ihtiyacı olur. Bunlar ritüeller, yazı, sanat gibi farklı yollar olabilir. Savaşlar ve ticaret ise kültürlerin en hızlı etkileştiği ve aktarıldığı toplumsal hareketlerdir. Tehlikeli olan kültürel tek tipleşme kimlikte parçalanmaya, sorgulamaların cevapsız kalması ise rasyonalitenin çöküşüne sebep........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d