menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir küçük çanta

6 0
13.07.2025

O gün hava ılık, gökyüzü berrak, Akdeniz sakindi. Ataaba ezgilerinin yükseldiği düğün evi oldukça hareketliydi. Çocuk bağırışları zil sesini bastırıyor, kapılar çalınıyordu. Merdivenlere kurulu oyundan, mutfaktaki hummalı hazırlıktan, komşulardan taşınan tabaklardan çıkan ahenksiz sesler sokağa yayılıyordu.

Sumagiyye ve ma’mul kokusu iştahları açıyordu.

Bu neşeli telaş içinde, ince bir hüzün, çoğalmasına geçit verilmeyen bir burukluk vardı. Çünkü Gazze’de hiçbir sevinç tastamam olmazdı. Her güzel anın yanı başında, derin bir sızı, tedirgin bir ihtiyat yolculuğa hazır bavul gibi beklerdi.

Zehra Hanım’ın dördüncü çocuğu Muhammed, Gazze’nin emin evlerinden birinin çakır gözlü Selma’sıyla evleniyordu.

Şehidin oğluna, şehidin kızı yakışır, erdemli olana erdemli, iffetli olana iffetli denk düşerdi. Annesi, oğluna layık gelini kendi elleriyle buldu. Örfe uygun tüm adımları güzelce tamamladı. Zamanın başka türlü aktığı Gazze’de hiç kimsenin fazla vakti yoktu. Hayırlı iş uzatılmazdı.

Düğün günü geldiğinde evin her köşesinde Zehra Hanım’ın eli vardı. İkramlardan misafirlerin kalacağı yerlere, elektrik kesintisinden küçüklerin ihtiyaçlarına kadar her teferruat düşünülmüştü.

Atlanmayan düğün adetleri, hediyeler, düğün kıyafetleri, etraftaki süslemeler, her şey damat evinin zarafetini yansıtıyordu. Herkes, evin içinde oradan oraya koşturarak işleri idare eden anne Zehra’nın emrine amadeydi.

-Ammar! Ya habibi. Güveçleri fırına teslim ediverin. Ebu İbrahim’e, Qidreh tavında pişsin. Saat 3’de alacağız, diye tembihlemeyi unutma.

-Halas. Ya ammeh (tamam halacığım).

-Rezzan! kurabiyeleri fazla kızartmayın olur mu canım.

-Tamam Teyze.

Zehra Hanım, bir yandan Muhammed’in damat mendilinin son işlerini tamamlıyordu.

Birazdan sıcak ütüyle yalnız mendilin kırışıklarını değil, yüreğindeki hüznü de dağıtacaktı.

Dostlar sevinsin, düşmanlar korksundu. Yetimliğini nahif bir gül gibi bağrında taşıyan şehit kızı Zehra, altı yetimini güzel fidanlar gibi büyüttü. Hafızlık icazetlerini diplomalarından önde tuttu. Altı tane hafız, dört tane mühendis yetiştirdi. Küçükler, daha lisede olsalar da abilerinin yolundan adım adım yürüyorlardı. Her birinin yüreğine Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı bir tohum gibi ekip sulamıştı. Hem de vatanlarını ayağa kaldıracak mesleklere itibar etmişlerdi. Böyle bir annenin gururu ve şükrü eksik olur muydu?

Büyük oğlu, yurt dışında çalışıyordu. Üniversite için Gazze’den ayrılan Ahmed, yıllardır geri dönememişti. Kardeşinin düğününe katılamayacaktı; çünkü Gazze’yi kuşatan uğursuz abluka hâlâ nihayete ermemişti.

Annesi, ilk göz ağrısının ne düğününü görebildi ne evini ne de ailesini. Yıllardır yalnızca telefonla görüşüyorlardı.

-İman varsa hüzün olmaz, diye teselli etti kendini.

Muhammed’in özel gününde yüzlerde sevinç, gözlerde umut olsun istiyordu. Düğün evini, neşeyle donattı.

Sabahleyin, Muhammed’in saçını-tıraşını, gelin arabasını, tek tek kontrol etti. Kızı Meryem’in, küçük oğlu İbrahim’in düğün kıyafetini hazırladı.

Yorgundu. Ancak Muhammed’in, arkadaşları arasındaki güleç yüzünü görünce kendini unuttu. Elleriyle işlediği mendili oğlunun yakasına yerleştirdi. Onun pak alnını öptü.

-Maşallah! dedi.

Şehit kocasının durup durup bu çocuğun endamı, kavrayışı, mizacı başka deyişini hatırladı.

Babası;

-Adı güzel, kendi güzel Muhammed! diye çağırırdı onu.

Küçük Muhammed’in, ön dişlerindeki boşluktan dökülen peltek sesi kulaklarına çaldı:

Tafaddal baba, Neam baba, Eyva baba… Babasına koşan o çocuğun sevgisi, yankılanan sesiyle annesinin yüreğine, nehir gibi akıyordu.

- Çocukluğu ne ki? Ne kadar yakışıklı bir damat oldu baksana. Şehidim, oğlunun gül yüzünü görseydi ne çok sevinirdi, diyerek iç geçirdi. Ve sonra,

- Zehra Hanım, seninkisi de laf mı şimdi? Şehitlikten daha büyük sevinç makamı mı var? İntifada şehidine yakıştırdığına bak, diye kınadı kendini.

Yürek burkan anılar çekmecesini kapatıp düğün evine döndü.

Bütün hazırlıklar tamamlandı. Konvoy eşliğinde, defler ve ilahilerle gelin evine varıldı. Selamlaşmalar, şerbet ikramları, dualar, vedalar art arda geldi.

Başına güller serpilen gelin, damat evine girdi. Kayınvalide, gelininin duvağını kaldırdı, takılarını taktı.

- Sen artık Muhammed’imin can yoldaşı, benim kızımsın, diyerek Selma’yı alnından öptü. Gelinin gözleri doldu. Kadınlardan alkış ve zılgıt sesleri yükseldi.

Damat, erkeklerin yanında; gelin ise kadınların yanında sohbet ve marşlar eşliğinde bir süre kaldılar.

Yemekler yenildi, kahveler içildi, misafirler uğurlandı. Anne Zehra, görevini tamamlamanın huzuruyla Selma’yı Muhammed’e emanet edip evine geçti.

Bir geceliğine patlamalar, yıkımlar, kayıplar, kontrol noktaları unutulmuştu.

Zehra Hanım, düğünden sonra tüm işlere ara verdi. Düğün süsü olarak her yana astığı çiçekleri oldukları yerde bıraktı.

Uzun zamandır, Muhammed’in düğünü geçince Meryem’le birlikte Ahmet’e gitmeyi planlıyordu. Hem kızı da üniversiteye başlamadan önce farklı bir ülke görüp ufkunu genişletecekti. Fakat gidip gelememek, gelip görememek Gazze’nin kaderi gibiydi. Endişeliydi.

Muhammed, aylardır annesi ve kız kardeşi için gerekli izni almaya çalışıyordu. Mısır üzerinden geçiş için defalarca başvuru yaptılar. Ya........

© Haksöz