menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Selim İleri Bey ve o dolaba iki el revolver

89 17
14.01.2025

Selim İleri çok ünlü bir yazar mıydı yoksa çok büyük bir yazar mıydı? Türkiye’de sık sık ikisi birbirine karıştırılır. Üstelik çok da üretken. Ama fabrikadan çıkar gibi kitap yayımlayan bir yazar, çalışkanlığıyla övgüyü hak etse de, üretkenlik de tek başına büyüklük ölçüsü değil. Fatih Özgüven onun arkasından “Sonuçta bize öğrettiği; zihnindeki tek romanı yeniden ve yeniden yazdığı için bir yazara ancak hayran olunabilir,” diye yazdı sosyal medyada. “Oluyoruz.”

Selim İleri hep tek bir roman yazdı. Büyürken okuyup etkisinde kaldığı ve gençlere kalemi ellerine almadan önce mutlaka okumalarını tavsiye ettiği klasik Türk edebiyatını oluşturan yazarlardan biri olmak istiyordu. Ancak dilde, üslup ve anlatımda ilkleri denemek, devrim yapmak, çığır açmak için çok geç kalmıştı. Yapmak istedikleri çoktan yapılmış, kendisi de sanki yanlış zamanda doğmuş gibiydi.

İçten içe bu durumun farkında olduğunu da zannediyorum, çünkü daha gençliğinden itibaren yürüyen bir nostalji panosu gibiydi. Can düşmanı Murathan Mungan bir gün bir sohbette onun için “Çoktandır roman yazamıyor,” demişti. “Çünkü Kapalıçarşı’ya kumaş gelmiyor.” Kapalıçarşı’dan alınacak kumaşlara sarılarak Eski İstanbul diye inleyip ilham gelmesini bekleyen bir Selim İleri karikatürü kitaplarını okuyanlar için çok da abartılı değil.

*

Zamanında Zeki Müren’le Bülent Ersoy arasındaki gerginliğin asıl nedeni için Paşa’nın kendisinden sonra ünlü olan ve kendisinin yaptığı her şeyi yapıp üstelik birkaç adım daha da ileri taşıyan Babla’yı bir türlü kabullenemediği söylenirdi. Kim mi söylerdi? Eski zaman “lubunyaları” tabii ki. Babla bir şekilde Paşa’dan daha devrimci, daha çirkef, daha da yırtık, daha da cazgır olmayı başardı ve kendisine yer etti.

Selim İleri’nin kötü filmlerde sevişme sahnesi başlayınca kameranın pencereye dönmesini andıran tül perde eşcinselliği romanlarında ancak imayla değindiği, üzerini epey örttüğü bir konuydu. Murathan Mungan yazı dünyasına girdiğinde o perdeyi yerle bir etti. Anadolu delikanlısının trans sevgilisi için işlediği cinayetlerden taksi şoförleriyle yaşanan gece tarifesi romansına, terasta unutulmuş ıslak bir havludan hemen önce birbirine dokunmaya tereddüt eden iki erkeğe kadar o zamana kadar yeraltına hapsedilmiş bir dünyayı gözümüzün önüne getirdi. Üstelik kendi kimliğini de bağıra bağıra söyledi. Bütün bunlar kültür-sanat kanalı TRT2’nin Paşa’sı Selim İleri için çok fazlaydı.

Mungan’ın “Boyacıköy’de Kanlı bir Aşk Cinayeti” öyküsünü okuduğumda böylesi bir yazarlık da yapılabilirmiş gibi düşünmüştüm, bir lise öğrencisiyken. “Paranın Cinleri” bana insanın kendi şahsi hikayesinden evrensel bir hikaye çıkabileceğini göstermişti.

“Paranın Cinleri,” kim bilir, Selim İleri’nin belki de en iyi eseri “Annem İçin”den ilham almış olabilir. İki yazarın da annelerini anlattığı kitapların benzerlikleri belki buraya kadar ama; Mungan hikayeyi tamamlarken İleri o zamanlar daha adı konmayan Alzheimer hastalığına yakalanan annesini yazmaya daha fazla enerjisinin yetmediğini itiraf edip pat diye bitiriyor kitabı.

Her ne kadar kitabın en çarpıcı kısmı böyle pat diye bitmesi olsa da neden tamamlayamadığı, Mungan’ın kendi hayatını tefrika etmekten çekinmezken İleri’nin neden bitip tükendiği iki yazarın yazıya yaklaşımı konusunda da yeteri kadar aydınlatıcı. Selim İleri için yazı sınırları olan bir dünya. Yazıya sınır koyanlar, etrafına çit örüp bazı alanları yasak belleyenler kendi kendisini en büyük düşmanı halbuki.

*

Selim İleri için edebiyat hep, belki de kendisi de öyle öğrendiği için, belli sınırlar çerçevesinde icra edilmesi gereken bir…uğraş, zanaat, meşgale, hobi…tam olarak neydi acaba........

© Habertürk


Get it on Google Play