Cebrail ve ben
Başkaları için de öyle mi bilmiyorum, ama Türkiye’deki mizah dergilerinin okunduğu dönem benim için öğrencilik yıllarımla paralel. Benim kuşağım için Leman bir anlamda müfredatın parçasıydı, çoğumuz ders kitaplarından daha fazla okurduk, satır satır okurduk. Son öğrenci olduğum gün, öğrenciliğe dair pek çok zorunluluk bittiğinde, mesela sabah derse yetişmek için uyanmaya mecbur kalmadığımda mizah dergilerini de geride bıraktım. Bir daha hiç üniforma giymediğim gibi. Çevremde profesyonel hayata atıldıktan, hatta yurtdışına yerleştikten sonra bu dergileri okumaya devam edenler oldu. Her hafta ailelerinden, arkadaşlarından temin edenler hakkında.
Okuduğum son mizah dergisi Leman’dı. Ama benim okuduğum Leman’la bugün tartışmaların odağında olan—gerçi ne zaman olmadı ki—derginin alakası yok. Gırgır’ın içinden çıkan Limon, Limon’un içinden çıkan Leman gibi Leman’ın içinden de pek çok dergi çıktı. Bugün pek çok çizerin imzasını bilmiyorum. Belki yaşlılık belirtisidir, tanıdığım çizerler hep lise yıllarımda okuduklarımdan ibaret. Hz. Muhammed’i tasvir ettiği söylenen—ama değil—karikatürün çizerini de tanımıyorum. Ama ters kelepçeyle gözaltına alınan, ardından da tutuklanan iki Leman çalışanını çok iyi tanıyorum.
*
Leman herkesin aynı televizyon programlarını izlediği, ortak gündemden bahsettiği, dertlerin tasaların, özlem ve hayallerin ortak olduğu yılların eseriydi. Lisede arka sırada oturan bir arkadaşım derginin logo’sundan “an” kısmını kesip defterine yapıştırmıştı; sevgilisiyle kendi adının baş harflerinin simgesi olarak.
Leman bizim için kişiseldi, hepimiz için farklı anlamları vardı. Trabzonlu sınıf arkadaşım AEK sadece Nihat Genç’i okumak için dergiyi alırdı. Benim çevremde hiç olmadı ama Cezmi Ersöz’ün de fanatik okurları olduğu söylenirdi. Galiba ilk günden itibaren benim favorim Can Barslan’ın absürt mizahıydı. Bir dönem hayata karşı yaklaşımım Erdener Abi gibiydi: “Çabuk çekil diyorum.” Aslında galiba çoğumuz bu derginin çizerleriyle parasosyal ilişki kuruyor, onları arkadaşlarımız belliyorduk.
Sonra benim gerçekten arkadaşlarım oldu. Ağaç altında oturan iki sevgiliyi “Biraz daha sıkılalım, sonra evlere dağılırız,” diye çizen Met-Üst ilk yazılarımı Öküz dergisinde yayımladı. Adı Öküz olan bu dergiye söyleşi yapmak, üstelik futbolcularla söyleşi yapmak için çektiğim çocukluk acılarına bugün gülüyorum. Ama Metin Üstündağ bu absürt isim altında Orhan Pamuk’tan başlayarak Türk edebiyatının bütün isimlerini aynı çatı altında toplamayı başarmıştı.
Öküz sayfalarında Okan Buruk ve Yalçın Küçük’ü, Ertuğrul Kürkçü’yle anılarını yazan bir genelev çalışanını bir araya getiren bir dergi olmuştu. Bir ara bütün Türk edebiyatını birleştirmişti.
Bir parantez: 28 Şubat’ta Çevik Bir gibi generallerin sahte andıçlarla medyaya nasıl baskı kurduğunu o zamanın İslamcı basını benim Can Ataklı’yla yaptığım söyleşiden öğrenmişti. Derginin okuru olan Ahmet Kekeç söyleşiyi fark etmiş, Akit’e manşet yapmış, oradan Yeni Şafak gibi bugün iktidara destek veren—ve Leman’ı linç eden—gazeteler alkış tutmuştu.
Anti-kapitalizm, anti-medya, serma sınıfı, asker, Güneydoğu… Mizah dergilerinin hep bir derdi vardı. Bugün yazılarını bu gazetede okuma ayrıcalığına sahip olduğumuz Muhsin Kızılkaya da Öküz’e katkıda bulunanlar arasındaydı. “Ora” ta Limon yıllarından mizah dergileri için önemli bir hassasiyet noktasıydı; Limon’un O’sunun “Ora” yani Güneydoğu N’sinin de “netekim” olduğu söylenirdi. Kızılkaya da, arkadaşı Yılmaz Erdoğan, şair Yılmaz Odabaşı ve dergide yazıları yayımlandığında Diyabakırlı gencecik bir kalem olan Kemal Varol........
© Habertürk
