Beyoğlu Belediye Başkanı'yla ayrı dünyaların insanıyız
Geçenlerde birkaç günlüğüne uğradığım İstanbul’da İstiklal Caddesi’ndeki afişleri görünce “Demek ki bu sene festival erken başlamış,” diye afalladım. İKSV’nin İstanbul Film Festivali normalde nisan ayında yapılıyor. Bu rastgele seçilmiş bir tarih değil, dünyadaki başka festival takvimlerinin arasına sıkıştırılıyor. Berlin’den sonra, Cannes’dan önce.
Ancak dikkatli bakınca gördüğüm Beyoğlu’yla özdeşleşen İstanbul Film Festivali değil Beyoğlu Belediyesi tarafından düzenlenen Beyoğlu Film Günleri’nin afişleriydi. Birinciymiş, tanıtımlarda öyle diyor. Bu alternatif—ve ücretsiz—film festivali Şubat ayı sonunda bitti. Sonradan gördüm, Beyoğlu Belediyesi epey bir tanıtım yapmış; sadece bayraklar basılmadı, bolca basın bülteni de dağıtıldı ve haberi çıktı.
Filmler Beyoğlu Film Günleri’nin en önemsiz kısmı olsa gerek. Dağıtılan bültenlerde ve yapılan haberlerde—bizde de dahil—Belediye Başkanı İnan Güney’in fotoğrafları ve konuşması yer alıyor ama filmlerin adları yok.
Beyoğlu’nun gerçekten film günlerine ihtiyacı var mı, sorusunu başkan Güney kendi kendisine sordu mu merak ediyorum. Bir taşra belediyesi film günleri düzenlese anlarım. Dijitalin kültür-sanata erişimi demokratikleştirdiği bu çağda bile küçük bir kasabada insanların toplu halde film izlemeye, bu tecrübeyi tatmaya ihtiyaçları olabilir. “Belki şehre bir film gelir,” hala pek çoğumuzun umut dizesi ne de olsa. Beyoğlu’naysa epey film zaten geliyor.
ALEVİ, KÜRT VE SOLCU
İnan Güney hiç İstanbul Film Festivali’ne katıldı mı, bilmiyorum. Keşke sorsaydım, ama geçen yazın en sıcak günlerinin birinde onu makamında ziyaret ettiğimde aklıma gelmedi. Beyoğlu ilçesinde büyümüş, hayatını burada geçirmiş, sonra da bu ilçeyi epey zorlu bir mücadelenin sonunda yönetmek için hak kazanmış, kendi kuşağımdan bir başkan olarak onun da benimki gibi bir Beyoğlu, İstiklal, Asmalımescit tecrübesi olduğunu varsaydım. Beyoğlu’nda büyüyen biri illa bir kere festival filmi izlemiştir, değil mi?
Varsayım gazetecilikte bir tuzaktır, nitekim Güney’in Beyoğlu tecrübesiyle benimkinin birebir farklı olduğu bir-iki dakika içinde ortaya çıktı. Bir kere Güney hiç içki içmiyor. Alevi, Kürt ve solcu bir aileden geliyor. Bu kimliklerini de, bir önceki CHP Genel Başkanı’nın özenli saklama çabasının aksine, hiç gizlemiyor ve gururla söylüyor.
“Gençlik yıllardan beri CHP’li…” diye kendisi siyasi yolculuğundan bahsederken kesiyorum.
“Bizim kuşağımızda gençlik yıllarında politik hiç kimse CHP’li olmaz,” diyorum. “Ya aşırı solcu olur, ya ülkücü falan.”
“Evet, doğru aslında,” diye kendisini düzeltiyor. “Sandıkta CHP’li diyelim.” Yoksa solun daha solunda yer alarak siyasete ısınmış, büyüdüğü Okmeydanı’nda.
90’lar Beyoğlu’ndaki kültürel çatışmanın simgesi—Kaktüs’te oturan entellerin Marxist hayallerini bastıracak kadar bangır bangır müzik çalan—türkü barlara hiç gitmemiş mesela. Bir kere arkadaşları böyle bir yere götürmüş, “Hemen beni buradan çıkarın,” demiş. Gece hayatı yok, hiçbir zaman da olmamış. Eşi de mahalleden, bütün akşamlarını ailesiyle geçirmeye özen gösteriyor.
90'larda kaldırımların tozunu attırmış bir kuşağın mensubu olarak Nevizade, Yakup-Refik-Cavit üçgeni, Kaktüs ve Pia, İmam Adnan Sokak’taki Leman Kültür, tabii ki türlü İKSV etkinlikleri, Zübeyir veya Beyoğlu Ocakbaşı, solcu gazetecilerin takıldığı Süper Birahanesi, Neo-Tek Yön-Hans üçlüsü, Safran geceleri benim Beyoğlu sicilimde var. Benimle aynı kuşağın çocuğu Güney ise bir tek zamanında , o ana kadar adını duymadığım ve artık açık olmayan, Le Jardin Cafe diye bir yere takıldığını söylüyor. Herkesin kendi Beyoğlu var.
İKİ KELİMELİK YANIT
İnan Güney’le görüşmeden önce bana “Basın çok fazla birinci bölgenin üzerinde durmak istiyor,” dedi iletişim ekibi. “Ama biz önceliği ikinci bölgeye verdik.” Birinci bölge, hepimizin Beyoğlu denince aklına gelen kesim. İkinci bölge ise Güney’in de doğup büyüdüğü ve Beyoğlu ilçe sınırlarında yer alan Okmeydanı ve Kasımpaşa.
Aynı sınırlar içinde birbirine zıt iki bölge, birbirinden farklı talepleri ve beklentileri olan iki ayrı kitle adeta yönetilemez bir Türkiye mikrokozmosu gibi. Güney’e açık açık Okmeydanı’na nasıl gidileceğini bile bilmediğimi söylüyorum. Ekmek fiyatını da bilmiyorum, halktan da kopuğum. Ama İstiklal’in ara sokaklarında bir zamanlar faaliyet gösteren aşk evlerinden ayrıntılarıyla bahsedebilirim.
Doğal olarak benim de merakım birinci bölge. Hiçbirimizin hala bir zamanlar takım elbiseyle çıkılan İstiklal Caddesi, İnci Pastanesi, Vakko, Markiz nostaljisinde takılı kaldığımızı zannetmiyorum. Gerçi sonuncusunun, Markiz Pastanesi’nin, yeninden açılabileceğine dair haber çıkıyor. Sonuçta şehirler gelişiyor, değişiyor, yeniden şekilleniyor. Ancak ne kadar değişse de önemli olan şehrin ruhunu........
© Habertürk
