menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sloganlarda yaşayanlar

147 29
02.07.2025

Hayatımda karşılaştığım ilk slogan; babamın köyden geldikten sonra, koyununu davarını satarak üzerinde ev yapmak için satın aldığı birkaç yüz metrekare araziye komşu, bundan neredeyse üç yüz elli sene önce, Hakkari Miri İzzeddin bin İbrahim Bey tarafından inşa edilmiş, Kürtçe “Mevlid”in müellifi Mela Huseyînê Bateyî’nin müderrislik yaptığı, birçok alim, bilgin, mela, seyda yetiştirmiş, Cumhuriyet kurulduktan sonra kapatılmış, daha sonra da 1950 yılına kadar cezaevi olarak kullanılmış, ardından da kaderine terkedilmiş, 2014 yılında üniversiteye devredildikten sonra bakıma alınıp yeni bir kimliğe kavuşturulmuş olan, düzgün kesme taş işçiliğinin anıtsal eserlerinden birisi olan “Hakkari Meydan Medresesi”nin, penceresiz düz arka duvarına, kırmız yağlı boyayla yazılmış olan “Umudumuz Ecevit”sloganıdır.

Türkiye 14 Ekim 1973’te yapılacak olan genel seçimlere gidiyordu. Yatılı bölge okulunda son senemdi, o yaz evimizin inşaatı bitecek, üçüncü sınıfa mahalledeki ilkokulda devam edeceğim; kararlıyım, ailemim bunda haberi yok henüz.

“Yapıcılar türkü söylüyordu” evimizin inşaatında, “yapı türkü söyler gibi yapılmıyordu” ama ve ben o yaz sıkıntıdan ölüyordum.

Hazirandı, sıcaktı ama o sıcak görüp göreceğimiz son sıcak değildi. Mektep tatile girmiş, boş arazide aylak aylak dolaşıyor, işime yarayacak bir şeyler arıyordum başım önümde, kendimi bir anda o duvarın önünde bulmuştum. Bulduğum her şeyi okuyordum, durup o güzelim duvara yazılmış o çirkin yazıyı da şevk ve heyecanla okudum.

“Umut” kelimesinin mucidi Yaşar Kemal’dir, henüz Yaşar Kemal’in hiçbir romanını okumamıştım. Türkçenin büyülü dünyasına yeni yeni giriyordum. “Eba Müslimin-i Horasani ve Nasrı Sayad Savaşı” ile Hazreti Ali’nin cenklerini okumuştum, bir de “Arzu ile Kanber”in hikayelerine benzeyen yürek paralayıcı aşk hikayelerini, hepsi o kadar... Ama o zamana kadar okuduklarımın hiçbiri bana henüz “umut” kelimesini öğretmemişti. Hadi “umut” yabancı, bana hiçbir şey ifade etmiyor, peki bu “Ecevit” ne ola? Bir insan mı, ağaç mı, yemek mi, sahiden ne olabilir “Ecevit?” Ve neden umudumuz oluyordu? Kim akıl etmişti de bu iki kelimeyi bu güzelim duvara yazmıştı? Elimle dokunduğumu hatırlıyorum kırmızı boyaya, çoktan kurumuş, düz taş onu emmiş, adeta onun bir parçası haline gelmişti.

“Umudumuz Ecevit” sloganı; anlamını bilmeden belleğime o gün yerleşen iki Türkçe kelimeden ibaret oldu benim için. İki kelimenin anlamını bilmesem de dağarcığıma bu sayede gelip yerleştiler. Birisine çok kızsam mesela, Türkçe ona “Umudumuz Ecevit” desem hıncımı ondan almış olabilir miydim? Bu mutlaka bir küfürdü. Yoksa buraya neden yazsınlardı?

Çok geçmeden, üç sene sonra, favorileri kulak memelerinin altında, düz saçları omuzlarında, geniş yakalı, dar kesim gömlekleri sıska bedenlerini sarmış, her daim bıyıklarını dudaklarına doğru çekiştiren, “umutları” yaşlarından, düşleri boylarından büyük, dağları devirmek ne ki, onların küçüğünü zaten biz yarattık diyen yaşları benimkinden biraz büyük gençlerin gidip, sabahtan akşama kadar benim bilmediğim kelimelerle car car konuştuğu bir siyasi derneğe, bir arkadaşımın tavsiye etmesiyle, okul açılıncaya kadar, yaz aylarında çalışmak üzere çaycı olarak girdim. Artık hem “umut”, hem de “Ecevit” kelimelerinin anlamını biliyordum. Ve ben bu iki kelimenin anlamını öğrendiğimde Ecevit, neredeyse “umut” olmaktan çıkmış, “umudumuz” artık “devrim"e evirilmişti. Ve bu dernekte, bütün orta mektep yıllarım boyunca, 1980 darbesine kadar istemediğim kadar çok slogan ezberledim. Hatta bazı sloganları kendim uydurdum. Slogan hayatımızı anlamlı kılan tek şeydi. Öyle ki slogan atmadığımız günlerde, vazifemizi yapmamış sayılıyorduk. “Halkımıza” başlığıyla, “halkımız” okusun da bilinçlensin, bilinçlensin de devrim yapsın diye çoğunu benim yazdığım her bildirinin altına, “Kahrolsun faşizm, Kahrolsun emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri” ile “Yaşasın halkımızın devrim mücadelesi, Yaşasın halkların kardeşliği” gibi sloganları yazıyor, bu sloganları yazdıktan sonra o kahrolmasını istediğimiz şey neyse onun anında kahrolacağına, “yaşasın” dediğimiz şey neyse onun “ilelebet” yaşayacağına inanıyordum.

“Slogan”ın Cemil Meriç’in deyimiyle “ilkelin ideolojisi” olduğunu bilmiyordum henüz.

Aklı kendisine yeten, hayat deneyiminden, okuduklarından,........

© Habertürk