Sırrı'nın tabutuna bakarken; "bir mendil niye kanar?"
Ya Sırrı;
Hepi topu birkaç ay önceydi. “Mendilimde çocuk sesleri” başlıklı yazımı okumuş, “ciğerimi söktün” diye mesaj atmıştın. Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinden mülhem bir yazıydı o yazı. Bu şiirin seni “hasta” ettiğini biliyordum. “Yapma ya… bir yazı işte… bir şiir,” demiştim de sen “Bu şiiri hiç okuyamam. Hep ağlamam tutar” demiştin.
Ud mu memlekete benziyor, memleket mi uda bilmiyorum. Notasız dalar udi taksime. Hiçbir düzen yoktur, gelişigüzeldir ud taksimi… Udi kaptırır gider. O karmaşadan öyle bir ahenk çıkarır ki büyük udiler, tıpkı memleket gibi, tıpkı ölümünün memlekete yaptığı gibi.
Sen öldün, memleket aynı kararda buluştu.
Sen öldün kardeşlik, o ahenksiz görünen karmaşa bir düzene kavuştu.
Sen öldün, bütün sesler tek sese dönüştü.
Sen öldün, “mendilimizde kan sesleri” sustu.
Bir kez daha okudum Edip Cansever’in o şiirini. “Her okumada seni ağlatan” o sese kulak verdim. Sahi neden ağlatıyordu o şiir seni? “İnsan yaşadığı yere benzer” dediği için mi şair? Ahmet Abi’den "helallik" istediği için mi? Sahi, “bir mendil niye kanar?”
AKM’de sahnenin tam ortasında duruyordu tabutun. Bayrağa sarılıydı. Bayrak karanfillerle süslüydü. Karanfillerin tümü “yerçekimliydi”. Büyük ekranda o siyah beyaz fotoğrafın duruyordu. Merdivenlerde, geride kalan dostlarının arasındaydım. Sol yanımda barış anneleri oturuyordu, bir yandan gözyaşlarımı siliyor, bir yandan da koca salonu dolduranlara bakıyordum göz ucuyla. Fikrine uzak, fikrine rakip, fikrine düşman, fikrine hayran, fikrine kurban herkes hepsi, her ses, her nefes birbirine karışmıştı. Kimin kafasında ne geçiyor, kim ne düşünüyordu bilmiyorum ama “qizi” dediğin Ceren sana yazdığı mektubu okurken de dostların seni anlatırlarken de benim aklımda hep “mendilimde kan sesleri” vardı. Sahi bu şiir seni neden ağlatıyordu?
“Çocuğum beni bağışla” diyordu şair, belki de ondan. “Sırrı bizi bağışla” diyordu sanırım o sırada, vakti zamanında sana eziyet edenler, mahpus damına atanlar… “Ahmet Abi sen de bağışla” diyordu şair. “Helallik” de en az o şiir kadar ağlatıyordu seni biliyorum. Eğer bu kadar güzel türkü söylüyorsan, bu kadar güzel cümbüş konuşturuyorsan, ud taksimine dalıyorsan bu kadar palas pandıras, bu kadar kuvvetle hepimize yaranı gösteriyorsan, öteki beriki demeden herkese anlatacak bir hikayen varsa eğer, “içinden öyle geldiği için değil/Ama hiç değil” kardaş, yaşadığın yere benzediğin için olsa gerek. Ah güzel Sırrı abim benim (ben senden bir yaş küçüktüm bana “abi” diyordun zaman zaman, ben hiç demedim sana, bu ilk oluyor), “İnsan yaşadığı yere benzer” sahiden baboş!
Sen yaşadığın yere benziyordun şairden desturla. “O yerin suyuna, o yerin toprağına”, o yerin çeşmesi gibi akıyordun gürül gürül, o yerin dağı gibi sırlı, o yerin yeli gibi esiyordun püfür püfür; “suyunda yüzen balığa”, “toprağını iten çiçeğe”, “dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…” Şair bunları sana hatırlattığı için o şiiri okurken ağlıyordun! Çünkü sen de Ahmet Abi’ye benziyordun kardeşim; “Konya’nın beyazına”, Hakkari’nin “zengila zoma”sına, Diyarbekir’in bazaltına, “Antebin kırmız düzlüğüne”, Adıyaman’ın sert kayasına. Memlekete benziyordun Sırrı Abi; göğüne benzediğin için “gözyaşların maviydi”, denizine benzediğin için “dalgalıydı bakışların”, “evlerine,........© Habertürk
