menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Reçel yapar, dantel işler, örgü örer, roman yazardı

90 0
09.06.2024

1976 yılının bir ilkbahar günü öğleden sonra, Hakkâri İl Halk Kütüphanesi’nin asma katında bulunan, sadece depozito parasını yatırıp abone olanlara kitap veren odaya girdiğimde, mahalleden buraya yokuş yukarı çıkılan uzun yol boyunca avucumda sıkı sıkıya sakladığım kâğıt 5 lira terden ıslanmıştı. Annem, oğlunu evlendirmiş olan bir komşumuzun gelinine küçük bir bohça içinde düğün hediyesi göndermişti benimle, bohçayı alan damadın annesi de beni kapıda bir süre bekletmiş, sonra avucuma 5 lira sıkıştırarak göndermiş, ben de parayı anneme götürmekle, kütüphaneye abone olmak arasında bir süre bocalamış, sonra tercihimi kütüphaneden yana yapmıştım ama hâlâ kütüphaneye abone olmamın önünde bir engel vardı. İlkokul talebelerine o sırada yetişkinlerin bölümünden kitap vermiyorlardı; yol boyunca onun da çözümünü bulmuş, sorarlarsa eğer orta mektepte okuduğumu söyleyecek, ne yapıp edip kütüphanenin çocuk bölümünden büyüklerin kitap aldığı bölüme terfi edecektim.

Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Kızıl saçlarıyla uyumlu kızıl devrimci bıyıkları dudaklarından taşmış, darbeden sonra yurtdışına kaçıp memlekete bir daha dönmemiş, şu anda Danimarka’da yaşayan sonradan arkadaşım kütüphane memuru Mustafa Kaplan, terli, telaşlı, bir an önce kütüphaneye abone olup kitap almak isteyen çocuk halime bakıp kaçıncı sınıfta olduğumu sordu; ortaokul birinci sınıfa okuduğumu söyledim, inandı, bana bir abone kartı çıkardı, depozito parası olan avucumda terlemiş 5 lirayı aldı ve beni o küçük odada bulunan kitaplarla baş başa bıraktı.

Çok az kitap vardı odada. Binlerce kitabın bulunduğu kütüphanenin büyük deposu okuyucuya kapalıydı. Orda “sakıncalı” kitaplar vardı galiba. Deponun üzerine “Girilmez” levhası asılmış, kim seçtiyse artık, abonelere sadece bu odada bulunan kitaplar veriliyordu. Odadaki raflarda bulunanlara hızlıca göz attım. Muazzez Tahsin Berkant, Kerime Nadir, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Esat Mahmut Karakurt, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarların kitapları vardı sadece. Nedense Hüseyin Rahmi’nin “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” romanını seçtim. O sırada formika masanın arkasında, önündeki evrakla ilgileniyormuş gibi yapan Mustafa’nın göz ucuyla beni süzdüğünü fark ettim. Kitabı ona uzatınca, “Neden bunu seçtin?” diye sordu. Bir nedeni yoktu, “Bilmem, ismi tuhaf” dedim gülümseyerek, o da gülümsedi. Kalktı yerinden, raftan bir kitap aldı, getirdi, “Bunu da ben senin için seçiyorum, ikisini de oku getir” dedi. Bana verdiği kitap Sait Faik’in “Semaver”iydi.

Yokuş yukarı çıktığım yolu bu kez yokuş aşağı iniyordum. Koltuğumun altında bir an önce okumak için sabırsızlandığım iki kitap… Aklımda hep kuyruklu yıldız… Kuyruklu yıldız da neyin nesiydi?

O sırada; 1910 yılında, her 76 senede bir semalarımızda görülen, çıkardığı gazın oluşturduğu şeritten dolayı “Halley Kuyruklu Yıldızı” adıyla bilinen, keşfinden beri insanları hep korkutmuş, tedirgin etmiş, kehanetlere mevzu olmuş; hatta bu kehanetlerden birisini yazar Mark Twain’in yaptığını, 1835 yılında kuyruklu yıldızın gökyüzünde görüldüğü günden 15 gün sonra doğduğu için bir dahaki sefere kuyruklu yıldız semalarımızı ziyaret ettiği sene öleceği kehanetinde bulunup sahiden de 21 Nisan 1910’da Halley’in görülmesinden kısa bir süre sonra öldüğünü; ilk defa 1910 yılında dünya onu beklerken alimlerin yıldızın bu sefer kıyamete yol açacağını söylediklerini, bu yüzden bütün dünyanın panik ve korku içinde onu beklediğini, çıkardığı gaza iyi geleceği söylenen bir hapın o sene piyasaya çıktığını, gaz maskesi satışlarının patladığını, insanı “kuyruklu yıldızdan koruyan” şemsiyelerin satış rekorları kırdığını, bizde özellikle İstanbul şehrinde bazı kadınların yıldızın gazından korunmak için kapı altlarına, pencere çerçevelerine çaput tıktıklarını; 18 Nisan 1910 gecesi yıldızın gökyüzünde göründüğünü, bir süre sonsuz boşlukta dans ettiğini, daha sonra da kıyamete mıyamate yol açmadan çekip gittiğini; bütün bu hengame içinde günlük hadiselerden, olup bitenlerden, gördüğü, duyduğu her şeyden bir roman çıkarmada üstün bir maharete sahip Hüseyin Rahmi adında bir yazarın, o yıllarda bütün bu mahşeri gürültüyü anlatan bir roman yazdığını, romanında bu tuhaflıkla eğlenmek üzere yıldız hakkında konferanslar veren İrfan Galip adlı muzip bir kahraman yarattığını, bu kahramanın herkesin kuyruklu yıldızın dünyaya çarparak kıyamete yol açacağını sandığı bir dönemde esrarengiz bir kadın olan Feriha Davut’la mektuplaşarak hızlıca bir izdivaca doğru gittiklerini hikaye ettiğini, o sırada koltuğumun altında bulunan ve bir an önce okumak için sabırsızlandığım kitabın içindeki hikayenin bu hikaye olduğunu bilmiyordum henüz.

*

Önceki yılları bilmiyorum ama benim roman okuma hastalığına yakalandığım ‘70’li yıllarda, bizim kütüphanemizin okuma odasında bulundurulan, yukarıda bir kısmının adını sıraladığım yazarların esamisi okunmuyordu pek. Çoğu daha önce yüzbinlerce satmıştı, Yeşilçam çoğundan mendil ıslatan filmler yapmıştı, çoğu vakti zamanında gazetelerde tefrika edilirken günümüzün televizyon dizileri muamelesi görmüştü; o romanlar, o filmler çoğu insanı melankolinin girdaplarına sürüklemişti ama sözünü ettiğim yıllarda köy romanları ve “siyasi edebiyat”revaçta olduğundan Refik Halit’in, Kerime Nadir’in, Hüseyin Rahmi’nin yüzüne çok az kişi bakıyordu; siyasete bulaşmamış, bu tür işlere kafa yormayan “boş insanlar”, “evde koca bekleyen okumuş kızlar”, “sev-genç” denilen “tutarsızlar” açıyordu o romanların sayfalarını daha çok. Ben de Hüseyin Rahmi’yle karşılaştığımda henüz “siyasi edebiyatla” tanışmamıştım. (Oysa Hüseyin Rahmi, İkinci Meşrutiyet’ten sonra hayatımıza giren, tartışmalarda kafa göz yardıran Darwincilik, sosyalizm, feminizm gibi düşünce akımlarının popüler yorumlarını büyük bir ustalıkla romanlarına yerleştirmiş, farklı fikirlerin eleştirisine girişmiş, felsefi mevzularla anlattığı yirminci yüzyıl başı İstanbul’unun gündelik hayatını, cinsiyet ilişkilerini, dil ve şive farklılıklarını, batıl inançlarını, sosyal gerilimlerini büyük bir ustalıkla harmanlamıştı, kimin umurundaydı o sırada...)

Şimdi........

© Habertürk


Get it on Google Play