menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kar yağıyordu!

92 0
29.06.2025

Dirseklerini pencerenin önüne dayamış, yüzünü avuçlarının arasına almış, kırık camdan karın yağmasını seyrediyordu. Kar yağıyordu. Gökten niye ve nasıl indiklerine dair en ufak bir fikri olamadan, süzüle süzüle inerken birbirlerine çarpıp dağılmayan ışıltılı taneciklere dalgın dalgın bakıyordu.

Gözünün önünde bu görüntü belirdiğinde Almadovar’ın “Yandaki Oda” filmini seyrediyordu. Ötenazi hapını alma kararını yazar arkadaşı Ingrid’e açıklayan savaş muhabiri gazeteci Marta, ona James Joyce’un “Ölüler” hikayesini hatırlatmış, hikâyenin finalini ezberinden okumaya başlamıştı:

“Kar yağıyordu. Issız kilise bahçesine yağıyordu. Evren boyunca hafifçe süzülüyor ve güçsüzce yağıyordu. Tüm yaşayanların ve ölülerin üzerine inen nihai sonlar gibi.”

Filmi burada durdurdu. Not defterine önüne aldı. Defterin boş bir sayfasına bu yazının başlığı olan “Kar yağıyordu” diye yazdı.

Serçeler birikmişti pencerenin önüne. Akşamdan oraya darı serpmişti. Küçücük gagalarıyla karın darı tanelerini örtmesine engel olmaya çalışıyorlardı. Kar aman vermiyordu. İnen her kar taneciğinin üzerine aynı anda başka bir tanecik konuyor, birikiyordu.

Pencerenin camı kırıktı. Boydan boya bir çizgi… Derzin arasında soğuk girmesin diye hamurla sıvanmıştı. Çatlağı örten hamur katılaşmış, hamurdan çizgi camı boydan boya eğik bir halde ikiye ayırmıştı. Çizgiyi iki gözünün arasına aldı, bir oyun bulmuştu, hem gözleri camla, kırık çizgiyle, hamurdan yapıştırıcıyla oyun oynuyor hem de karşı yamaçtaki meşelerin, yakındaki yıkık kilisenin, kavak ağaçlarının, sesi buradan duyulan ırmağın, ırmağın kenarında soğuktan titreyen söğütlerin, dağın kalbinde bir leke gibi duran koruluğun, tarlada kuru ot yiyen koyunların, koyunları bekleyen köpeğin, köyün kilisenin üzerine inşa edilmiş olan Seyyit’in evinin, karşıki dağın beline dolanmış kayadan kemerin üzerindeki mağaranın içine inşa edilmiş, buradan bakınca pencereleri iki derin kuyu gibi görünen Maradişo Kilisesi’nin üzerine yağan karı seyrediyordu.

*

Filmi tekrar durdurdu. Not defterine yazdığı Joyce’un yukarıdaki pasajının aslına gitti aklı. Kalktı, kitap dolabının önünde durdu. Büyük yazarın “Dublinliler” adıyla vakti zamanında Murat Belge’nin çevirdiği hikâye kitabını kolayca buldu. Kitabı okuyalı ne çok olmuştu! Çukurcuma’da, altında emekli bir albayın, üstünde bir konsomatrisin oturduğu o üç katlı küçük evde. Kitaptaki bütün hikayelerin mekânı Dublin’di. On beş hikâyenin on beşi de bu şehirden kaçmak, başka bir şehirde yaşamak isteyen ama bir türlü şehirlerini terk edemeyen insanları anlatıyordu. Kitabın son hikayesini, “Ölüler”i buldu, karın yağmasını bu hikâyede anlatıyordu büyük yazar. Uzun bir hikayedir, kitabın en uzun hikayesi, arasına ayraç koydu, kitabı kapattı, filmi seyretmeye devam etti.

Karın kendi sesi var. O sesin sesidir kar sessizliği denilen şey. Her şey susmuştu. Köpek havlamıyordu. Serçeler karın içinde darı tanelerini ararken ses çıkarmıyorlardı. Ağaçlar hışırdamıyordu. Koyunlar melemiyordu. Bir tek su sesi... Kar bir tek su sesine bir çare bulamamıştı. Dağın başındaki mağaranın içine inşa edilmiş kiliseden yuvarlanan devasa bir kazanın metalik sesine eşlik eden bir insan çığlığı yırttı o sessizliği. Kertenkeleye dil çıkarttıran bir sıcak hüküm sürüyordu........

© Habertürk