menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dengbêj meclisi ile roman sahnesinde "San'an Şeyhi"

78 1
28.07.2024

DENGBÊJ MECLİSİNDE

Dışarıda kar yağıyordu, Hacı Abdurrahman içerde hikâye anlatıyordu. Gökten kar taneleri nasıl usulcacık yere iniyorsa, Hacı’nın ağzından kelimeler öyle dışarı çıkıyordu; uçarcasına, tane tane…

Dinleyicileri hiç değişmiyordu. Uzun kış geceleri, onun hikâyeleriyle kısalıyordu bu köyde. Evinin kör penceresinde el yazması cönkleri üstü üste yığılıydı. Hemen hemen her gece, köy camisinde cemaatin önüne geçip akşam namazını kıldırdıktan, eve gelip akşam yemeğini yedikten sonra köylüler teker teker evine doluşur, o gece paylarına düşecek hikâyeyi dinlemek için duvar dibine serilmiş minderlere kurulurlardı. Hacı’nın önünde üç tas olurdu her gece. Birinde kuru üzüm, birinde ceviz, birinde su olurdu. Arada bir yemişlerden birisini ağzına atar, bir yudum suyla boğazını temizler, kör pencereden aldığı el yazması cönklerden bir hikâye seçer, cönkü yanına bırakır, artık hikâyeyi ezberlediğinden cönke bakmadan anlatmaya başlardı hikâyeyi.

Dışarıda kar yağıyordu ve o gece sıra “Şêxê Sen’an” (San’an Şeyhi) hikâyesindeydi. Elinin altında, muşamba kaplı cönkün ilk sayfasında İslam alfabesiyle Kürtçe el yazısıyla yazılmış “Feqiyê Teyran, Şêxê Sen’an” yazısı göze çarpıyordu.

Hacı Abdurrahman, herkesin ona kulak kesildiğini hissettiği anda anlatmaya başladı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Hikâye zamanı sadece hikâye zamanıydı. O sırada iki kişi fısıldaşsa, birisi bir ses çıkarsa Hacı hemen, “Dilopan nekin” (Damlamayın) der, o fısıltı da o ses de anında kesilirdi.

Hacı Abdurrahman anlatmaya başladı:

“San’an Şeyhi, her dem Allah’a zikir eden, gözü malda mülkte olmayan, sadece ibadeti düşünen beş yüz sofi müridin mürşidiydi. Şeyh, öte dünyadan başka bir şey düşünmez, gece gündüz ölümü aklından çıkarmaz, her daim ahiretle meşguldü. Yalan dünyanın lezzetlerinden uzak, güzelliklerinden mahrum küçük bir hayat seçmişti. Allah’ın eli öpülesi, duası alınası, yufka yürekli, iyilik timsali, güzel bir evliyasıydı. Sakatlar gelir dergâhına şifa bekler, körler gelir ışık bekler, deliler gelir akıl beklerdi.”

Hacı Abdurrahman hikâyenin burasında durdu, şimdi sıra şiirdeydi. Şeyhin kişiliğini şair Feqiyê Teyran şöyle dörtlüklere dökmüştü:

“Dûr bû ji ev dinya fanî

Pir digrî kêm dikenî

Kul bû ji ber secdê, enî

Dikir karê roja axretê”

(Fani dünyadan uzaktı

Çok ağlar, az gülerdi

Yara içindeydi secdeden alnı

Derdi tasası ahiretti)

Wî her zewade kar dikir

Zikrekî bê hejmar dikir

Ji dinê xwe bêpar dikir

Dûr bû ji herçî subhetê

(Her ahvalde çalışırdı

Durup durp zikir ederdi

Dünya nimetlerinden mahrum

Her şüpheden uzaktı)

Hacı Abdurrahman, şiiri bırakıp tekrar düz anlatıma geçti.

“Şeyh 77 yaşına geldiğinde, bir gece tuhaf bir rüya görür, o sırada müritleri hacca gitmeye karar verir. Şeyh, kervanın rehberi olarak 500 sofi müridin önüne düşer. Müritler hacca gittiklerini sanıyor, o rüyasının peşindeydi. Kafile, Tiflis yakınlarında, dinlenmek için bir bağda mola verir. Bağ, Ermeni kralının bağıdır. Tesadüf bu, o sırada kralın güzel kızı bağda gezintiye çıkmış. Şeyh etrafa bakarken kızı görür. Bu kız daha önce rüyasında gördüğü kızdır. Kızın yüzünde güneşin parlaklığı var. Siyah saçlarını, bu parlak yüze peçe yapmış. Peçenin altından yüzünü gösterince, Şeyh’in sanki kemikleri erir, iliklerine köz düşer, gönlü aşk ateşinin yalazlarına kapılır, yanmaya başlar. O an kararını verir. Hiçbir yere gitmeyecek! Burada kalacak ve şimdiye kadar hayatında gördüğü en güzel şey olan bu yaratığa hizmetkârlık yapacak. Bu karar üzerine müritleri deliye döner, diller döker, şeyhi kararından vazgeçirmeye çalışırlar ama nafile. Döktükleri dil hiçbir işe yaramaz, bütün kelimeler kifayetsiz kalır, sonunda pes ederler, mecbur kalınca da şeyhi orada bırakıp ülkelerine geri dönerler.”

Hacı Abdurrahman, tekrar şiire geçti, sonrası şöyle:

“Şêx li xwe naket sitaran

Aşkera wî gote yaran

Ax ji destê dohta kufaran

Birim dînê şirkete”

(Şeyh hiçbir şeyi gizlemeden

Dostlarına dedi ki açıkça

‘Ah o kâfir kızın marifetiyle

Kabul ettirdiler şirk dinini)

Bê mezheb û bê dîn kirim

Bê xwendin û yasîn kirim

Ji yar û biran şermîn kirim

Wirdek xiyala min netê

(Dinsiz mezhepsiz eyledi beni

Yasin’den ayetten kopardı beni

Eşe dosta arsız eylediler beni

Bir tek virt gelmez aklıma)

(…)

Hacı Abdurrahman, tekrar hikâye olarak anlatmaya devam etti şeyhin serencamını:

“Hac yolunda, tövbe etmek için evinden ayrılmış olan Şeyh, gavur kızı ona yüz versin diye her şeyden vazgeçer. Şeyh kıza aşkını ilan edince, kız ona şu şartı koşar; ‘dininden vazgeçer de Hıristiyan dinine geçersen, sana yüz verebilirim’ der. Şeyh kabul eder. Peşinden başka şartlar gelir. Şeyh kızın öne sürdüğü bütün şartları kabul eder. Hac yoluna çıkmış, onca müridin yol göstericisi olan 77 yaşındaki şeyh başlar şarap içmeye, ardından da domuz sürüsüne çoban olmaya gelir sıra.”........

© Habertürk


Get it on Google Play