menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir roman kahramanı olarak Ziya Hurşit…

100 1
16.02.2025

Yaşamış bir insanı bir roman kahramanına dönüştürmek zordur; ama bir roman kahramanını yaşamış bir insana benzetmek zor değildir.

“Sanat hayatı taklit eder” amenna fakat hayatın köşeleri belli, girintisi çıkıntısına dair bilinmeyen çok az şey var ama sanat öyle değil; sonuz bir evrende köşeleri, kıvrımları belli olmayan, her şeyi yaratıcısının beyni içinde şekil alan, onun istemediği hiçbir şeye maruz kalmayan, oldukça karmaşık, sınırsız, muazzam bir evren… Sanatçı o evrenin tek hâkimi… Bu yüzden Tanrının yaptığına benzer bir şeyi yapmaya cüret etmektir bir karakter yaratmaya kalkışmak… Gerçek hayatın kurduğu tuzaklara düşmeden ilerleyebilirse eğer yazar, ortaya Don Kişot’lar, Faust’lar, Raskolnikof’lar, Madam Bovary’ler, Anna Karenina’lar, Zebercet’ler, Gregor Samsa’lar, Albay Aureliano Buendía’lar çıkar. Bu kahramanların hiçbirisi, tarihin belli bir döneminde, bir ana babadan türemiş, bizim gibi bir hayat yaşamış gerçek insanlar değildir ama hepsi birçok gerçek insandan daha gerçek olarak görünürler gözümüze. Çoğu zaman onları yaşayan insanlardan ayıramayız, onları çok iyi tanıdığımızı sanır, yaşamış insanlar gibi muamele yaparız onlara.

Buna, edebiyatın, sanatın gücü denir işte. Yaratıcı yazar koca bir “yalanı”, yalana karşı hep mesafeli durmak isteyen ama bunu bir türlü beceremeyen bizlere o kadar kolay, o kadar nazik, o kadar iradi olarak yutturur ki, çoğu zaman önümüzde duran gerçeği yalan, o yalanı gerçek sanırız. Hayatın kanatan gerçekliğini, yalanın sanatçı eliyle biçimlenmiş gerçeğiyle değiş tokuş eder, elimizde kalanla da avunup dururuz.

Bizde hayatları roman olan insanları düşünelim bir an. Çok değiller; en meşhurlarından birisi Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamı” kitabında anlattığı Mustafa İnan’dır ki Oğuz Atay hocasını salt bir roman kahramanı olarak kurgulamış değil, onun gerçek hayatını roman formatında yazmış o kadar. İrili ufaklı yüzlerce örnek getirebiliriz aklımıza.

Türk edebiyatında romanı, tarih tezini başkalarına ulaştırmada bir araç olarak çok iyi kullanmış ender yazarlardan birisi olan Kemal Tahir’in kahramanlarına bakalım. Mesela “Kurt Kanunu”ndaki hemen hemen bütün kahramanları yaşamış insanlardır. İzmir Suikastının tertipçileri, tetikçileri, perde gerisindekilerini anlatır Kemal Tahir bu romanında; kazanan İttihatçılarla kaybedenlerin savaşını anlatırken, “kurtlukta kanundur, düşeni yerler” sözünün sağlamasını yapar. Seçtiği kahramanlardan birisi de tetiği bizzat çekme görevini üstlenmiş olan Ziya Hurşit’tir.

Eski Lazistan (durun hemen “Lazistan da neresi?” diye cezvelenmeyin, ilk Meclis’e giden vekiller, gittikleri coğrafik bölgenin adıyla matuftular, “Lazistan” mebusları olduğu gibi “Kürdistan” mebusları da vardı, insanlar bu kelimelerden o zaman bugün olduğu gibi korkmuyorlardı) mebusu Ziya Hurşit’i bu romanda Kemal Tahir; İttihatçıların berbat iktidar yıllarında, kanla yapılan o berbat politikanın kanlı sahnesinde gönüllü görev almış, doğru düzgün okuma yazması bile olmayan, gözünü kan bürümüş, cahil cühela takımından bir tetikçi olarak resmeder. Kitabı ilk okuduğum doksanlı yıllardan beri Ziya Hurşit bu imajla yerleşti belleğime. Deli fişek bir Laz, kendisine verilen görevi sorgusuz sualsiz ifa ediyor o kadar!

Kemal Tahir’e göre Ziya Hurşit; “söz dinlemeyen”, “korkusuz”, “kimseyi adam yerine koymayan”, “ikram edilen sigarayı bile haraç gibi alan”, her daim üstünde “yoğrulmamış bir köylü kabalığı” taşıyan, “şık giyimli”, “ellerini daima temiz tutan”, “tırnaklarına özenen”, “para kazanmayı hiç sevmeyen”, ama “hesapsız harcamaya bayılan”, “kumar müptelası”, “kumardan başka her şeye karşı dalgın”, “yüzüne gülen dünya güzellerine yüz vermeyen”, “politikanın en kanlı ipine” bir cambaz maharetiyle çıkmış ama “iktidar koltuklarından birisine yüz vermemiş” olan, “iyi silahşor”, “gözü pek bir kabadayı”, “sapına kadar yiğit”, “ağır ateşte pişen döner kebabı gibi pişirseler arkadaşlarını ele vermeyecek” kadar sağlam, Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek için kurt İttihatçılar tarafından “kurulmuş” bir zemberek, “yakışıklı”, “gözlerinin içi gülen”, “yürekten gülüşüyle en kuşkulu adamlara bile güven veren”, “bilekli, cesur”, “zaman zaman edepsizliğe varacak kadar deli”, “kabadayılık uğruna kendini bile yakmaya hazır” bir serdengeçtidir.

Kemal Tahir’e göre; 26 Haziran 1926 Cumartesi günü İzmir’in Elhamra Sineması’nda halka açık olarak başlayan İstiklal Mahkemesinde ilk sorguya çekilen Lazistan mebusu Ziya Hurşit, arkadaşlarını ölüme gönderecek olan açıklamalarını, “iğrenç bir soğukkanlılıkla”, “enikonu övünür gibi kasılarak” dinleyicilerin önünde tekrarlar ve Mustafa Kemal’i öldürmeye niyet ettiklerini büyük bir soğukkanlılıkla bir kez daha itiraf eder.

Bu romanı ve hadise üzerine yazılmış bir yığın şeyi okuduğumuzda aklımızda kalan esaslı bilgi, İttihatçıların Ziya Hurşit’i “kurduklarını”, onun da Mustafa Kemal’i öldürmek için planlama yaptığını, daha sonra da işi yüzüne gözüne bulaştırdığıdır.

Hepsi bu kadar!

Ama meğer hepsi bu kadar değilmiş!

Peki, bunu neye dayanarak söylüyorum? Kuşkusuz başka bir romandan yeni edindiğim yeni bir bilgiye dayanarak. (Daha önce yazmıştım, bugüne kadar ne öğrendiysem, öğrendiklerimin ekseriyetini romanlardan öğrenmişimdir.) Fakat biraz sonra anlatacağım romanda karşıma çıkan Ziya Hurşit, Kemal Tahir’in anlattığı “gerçek” Ziya Hurşit değil, “roman kahramanı” olan Ziya Hurşit’tir. Romancı bu kez sanki; “yaşamış bir insanı roman kahramanına dönüştürmek zorsa eğer, ben de hayali kahramanımı yaşayan bir insana dönüştürebilir miyim” sorusunu sormuş kendine, yani tersten hareket ederek edebiyatta bir hayli güç olan bir işe kalkışmış. Peki altından kalkmış mı? Hem de ne kalkma! “Şaşırtıcı” deyip başlayalım hikâyeyi anlatmaya.

Hakan Günday’la geç tanıştım, hayır şahsıyla değil, henüz yüz yüze gelmedik, demem o ki, romanlarıyla geç tanıştım. 2000’li yılların başında ilk romanı “Kinyas ve Kayra” pek bilinmeyen bir yayınevinde çıktığında adı çok sık çalındı kulağıma ama nedense peşine düşmedim. Bir sürü insan onu okuduktan sonra romanlarını okumak nasip oldu bana, neredeyse on yıl gecikmeyle. Yazdığı romanları peş peşe okumaya başladım, nedense iki romanını atlamışım; “Azil” ile “Ziyan”ı… İkisini de geçen hafta okudum.

“Azil” mutlaka “Ziyan”dan önce okunmalı. Çünkü iki romanın da başkahramanı aynı; adı “Asil”“Azil”de “deha ile delilik arasında seyreden bir........

© Habertürk