menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Arkadaş hafızasında saklanan "emanet" şiir

103 4
02.06.2024

1962 yılının Mayıs ayı, St. Petersburg’ta akasya, yasemin, ıhlamur kokularının hınca hınç doldurduğu bir parkta, biri kadın, biri erkek iki kişi, ikisi de de ihtiyar, kadın başını örtmüş, hava sıcak olduğu halde paltosunun önünü kapatmış; yaşları birbirine yakın ama erkeğin beli daha bükük; ikisi de yorgun; yorgun bedenlerini yaşlı sıska bacakları değil de ikisinin de hafızasında birikmiş canlı anıları taşıyormuş gibi; ikisinin de acelesi var sanki, birbirlerine bir şeyler anlatmak için sabırsız bir halde oturacakları bir bank arıyorlar birkaç dakikadan beri.

Bir yer bulup oturuyorlar. Hafif bir bahar yeli ikisinin de yüzünü okşuyor. Şükür bugünleri de gördük demiyorlar birbirlerine, ikisinin de ardında lanetli uzun bir tarih var, etraftan yükselen bahar kokuları yaşadıklarını hissettiriyor ikisine de o kadar.

Kadın olanı, “Ben kadınlara konuşmayı öğrettim/Ama nasıl susturacaklar, o da onların işi” dizelerinin sahibi, yarım yüzyıl boyunca Rusya’da romantik şiir geleneğini sürdürmüş, Puşkin’den etkilenmiş ama Nabokov gibi büyük yazarlara da şiirde ilham kaynağı olmuş, dostu Mandelştam’ın deyimiyle, “Rus şiirine ondokuzuncu yüzyıl Rus romanının zenginliğini katmış”, şiire hatırayı sokmuş, “devrimci sanat” saçmalığına yüz vermediği için çok uzun yıllar lanetlenmiş, iki kocasını da totaliter Stalin rejimine kurban vermiş, oğlu sürgünlerde sürüm sürüm sürülmüş, ama hep şiir yazmış, hep şair kalmış, gerçek soyadı “Gorenko” olduğu halde, soyu bir Tatar ailesine dayandığı için şair olarak “Ahmatova” adını kullanmış Anna Ahmatova; erkek olanı ise bütün dünyanın bildiği meşhur çocuk kitapları yazarı, Rus eleştirmen Korney Çukovski’ydi.

Ahmatova, daha iyi duymak için biraza daha yanaştı Çukovski’ye:

“Okusana,” dedi şefkatli bir sesle ve ardından bir sevgilinin dudaklarından dökülecek aşk dolu kelimeleri sabırsızlıkla duymayı bekleyen bir aşık gibi baktı adamın yüzüne, heyecanlıydı.

Çukovski döndü ona, hafif bir gülümsemeyle başladı okumaya. Tam yirmi beş yıldan beri, o sırada dudaklarından dökülen uzun şiiri unutmamak için kaç kez kendi kendine tekrarlamıştı hatırlamıyor şimdi. Tam yirmi beş yıldan beri, o şiiri ezberlediği günden bugüne her gece yatağa girer girmez, her sabah yataktan kalkar kalkmaz, en az bir kez şiiri kendi kendine tekrarlamıştı. Bir kutsal emanet taşıyordu hafızasında çünkü. Büyük şair Ahmatova’nın 1938-1940 yılları arasında yazdığı şiirdi o kutsal emanet. Onu hep hafızasında canlı tutacak, şiirin sahibi o ölmeden önce gelip “hadi okusana” deyinceye kadar şiiri kimseye okumayacak, hiç kâğıda geçirmeyecek, onu belleğinde kutsal bir metin gibi, bir arkadaşının emaneti gibi muhafaza edecekti.

İşte bugün o gündü; şiirin sahibi gelmiş “okusana” demişti. O da okuyordu.

Çokuvski hafızasındaki uzun şiiri okumaya başlar başlamaz Ahmatova, başörtüsünün düğümünü çözdü, paltosunun önünü açtı, özgürlüğüne kavuşmakta olan şiirin kelimelerine kendine kaptırarak, her şeyiyle varlığını bu çıldırtıcı bahar gününe teslim etti. Kelimeler özgürlüğüne kavuşmuş, yanında oturan ihtiyarın dudaklarından dökülerek üzerlerine yağan polenlere, akasya çiçeklerine, ıhlamur, yasemin kokularına karışıp göğün sonsuz maviliğine dağılıyorlardı.

Şiirin ilk dizelerini 1938 yılında yazmaya başlamıştı Ahmatova. Oğlu Lev, o yılın Mart’ında, ikinci kez tutuklanmıştı. Kresty Cezaevi’nde tutuluyordu, ağır işkence görmüştü. Stalin terörünün zirve yıllarıdır bu yıllar. Tekmil Rusya kaskatı bir korku imparatorluğudur. Soluk alan kendini idam mangası karşısında buluyor, tek bir muhalif söz, enseye sıkılan bir kurşun yerine geçiyor, tutuklanın ya cesedi çıkıyor işkencehanelerden ya da cesedi bile bulunamıyor, milyonlarca insanın bir daha izine rastlanmamak üzere devlet tarafından kaybettirildiği yıllardır bu yıllar. Ahmatova, tam on yedi ay boyunca, çok kısa bir an bile olsun oğlunu görmek için Kresty Cezaevi’nin önündeki uzun kuyrukta bekledi. Kuyruk kıpırdamıyordu o dondurucu soğuklarda, o yaz sıcaklarında. Kuyruktaki herkes kadındı. Ya oğulları ya da kocaları vardı o dört duvar arasında. Veya öyle sanıyorlardı. Mesela o sırada parkta Ahmatova’ya şiirini okumakta olan Çokuvski’nin kızı Lidya’nın fizikçi kocası 1937’de tutuklanmış, bir sene sonra kurşuna dizilmiş, Lidya her gün kocasının akıbetini sormuş, ölüm haberini ise ancak yirmi sene sonra 1957’de alabilmişti. Ahmatova, o cezaevinin önünde kuyruğa girmiş, şansı varsa eğer hücrenin küçük penceresinden onun yüzünü görüp, küçük bir paket verip yakınının hayatta olduğunu öğrenmiş olmanın verdiği kısa bir mutlulukla evine dönen binlerce kederli Rus annesinden sadece birisiydi. Tam on yedi ay boyunca oğlunun yüzünü görebilmek için o kuyrukta kaldı Ahmatova. Bir seferinde kuyrukta beklerken bir kadın tanıdı onu. Hemen arkasından, dudakları morarmış başka bir kadın ki o kadın daha önce Ahmatova adını duymamıştı, herkesin içinde bulunduğu o uyuşukluktan sıyrılarak yaklaştı, orada herkes fısıltıyla konuştuğu için Ahmatova’nın kulağına şöyle fısıldadı:

“Bu yaşadıklarımızı tarif edebilir misin?”

Ahmatova hiç düşünmeden, “Evet, edebilirim” cevabını verdi.

Sonra kadının yüzünden gülümsemeye benzer bir şeyler geçti. Eve döndü yazmaya başladı:

“Bir zamanlar gülen

Yalnız mezarındaki mutlu ölüydü.

Gereksiz bir eklenti gibi, sallanıyordu

Leningrad zindanlarının orda.

Ne zaman ki acıdan çıldırmış

Mahkumlar bölüğü yola koyuluyordu

Lokomotifler onlara

O kısa veda türküsü söylüyordu.

Ölümün yıldızı üstümüzde dolanıyordu.

Günahsız ülkem acıdan kıvranıyordu,

Kanlı çizmelerin altında

Kara vagonun kara hücrelerinin tekerleri altında.

Gündoğumunda götürdüler seni.

Bir ölü kaldırılıyormuşçasına, izledim seni.

Loş odada, çocuklar ağlaşıyordu.

İkonaların önünde mumlar eriyip akmıştı.

Dudaklarında, bir madalya soğukluğu.

Alnında, ölüm teri. Unutulmasın.

Gideceğim ben de,

Çarın kurşuna dizdirdiği erkeklerin kadınları gibi

Kremlin’in kuleleri dibinde bağırmaya, avazım çıktığı kadar.”

Bu şiiri yazdığı kağıdı zulaladı, arkadaşı Çukovski’nin evine gitti. Arkadaşına tıpkı şu anda o parkta, “emanet şiirini” okurken yaptığı gibi sokuldu, fısıldar gibi yazdığı şiiri ona okumaya başladı. O okudukça ezberi kuvvetli olan Çukovski şiiri ezberine aldı. Bu oyun daha sonra oturduğu “Fıskiyeli Ev”de devam etti. Yeni dizeler yazmıştı Ahmatova:

“Durgun Don sessiz akıyor.

Sapsarı ay evden içeri dalıyor.

Dalıyor, başlığı kulaklarında

Sarı ay bir gölge görüyor.

Bu kadın hasta,

Bu kadın yalnız,

Oğlu zindanda, eşi mezarda,

Yakarın benim için.”

Kendi........

© Habertürk


Get it on Google Play