menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

"Yiğidim aslanım"; seni "burada" kim yatırdı?

121 8
09.04.2025

Son günlerde tekrar gündeme gelen Zülfü Livaneli’nin “Yiğidim aslanım burda yatıyor” türküsünün otuz iki kısım tekmili birden hikâyesi; büyük şair Nazım Hikmet’in 17 Ocak 1938’de İstanbul’da gözaltına alınarak Ankara’ya götürülmesi, burada “asker kişileri üstlerine karşı kışkırtmak” suçlamasıyla askeri mahkemeye çıkartılması, 29 Mart 1938 günü on beş yıl ağır hapis ve hayatı boyunca kamu hizmetlerinden men cezasını alması, aynı fiilden ötürü Donanma Davası olarak bilinen davadan “donanmayı isyana teşvik” suçundan, tanıksız, kanıtsız yirmi yıl ceza alması, böylece toplamda 28 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırılarak kodesi boylamasıyla başladı. “Şifre buyurmuştu” Fevzi Paşa; “çaresiz” yatacaktı, “buyruk kesindi”, “gayri” tam on üç yıl boyunca “döşeği demirden”, “sediri taştan” olacaktı!

O sırada Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk, Başvekil Celal Bayar, dahiliye vekili Şükrü Kaya’ydı.

Nazım Hikmet, içeri atıldıktan kısa bir süre sonra, annesi ressam Celile Hanım, Mustafa Kemal Atatürk’e, çok sonra Murat Bardakçı’nın Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden bulup çıkardığı şu mektubu yazdı:

“Atam!

Ben, Selânik’teki merhum Enver Paşa’nın kızı Celile’yim. Oğlum şair Nâzım Hikmet, orduda komünizmi yaymak suretiyle isyan çıkartmak teşebbüsünde bulunduğu vehmiyle Harbokulu Askerî Mahkemesi tarafından Askerî Ceza Kanunu’nun 94. Maddesi mucibince 15 sene ağır hapse mahkûm edildi. Verilen hüküm bütün mânâsiyle vehme müstenid bir adlî hatadır. Kendisi beş aydan beri Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde mevkuftur. Oğlumu mahkûmiyete götüren vehmin sebeplerini, hükümdeki kanunî ve maddî hataları birebir anlatıp sizi yormak ve kıymetli vakitlerinizi istaf etmek istemem. Yalnız istirhamım şudur:

Harbiye Okulu’ndaki dâvâ dosyasını Ankara Merkez Komutanı Demir Ali veya Ankara Garnizon Komutanı Mustafa Kemal Gökçe’ye yahut sizce itimadı hâiz bîtaraf herhangi bir kimseye tedkik ettiriniz. Eğer oğlum suçlu ise ve hükmün isabetli olduğuna kanaat getirilirse buna ben de kanî olacağım ve mahkûm olduğu cezayı çekmesine isteye isteye katlanacağım.

Ancak, bîtarafâne yapılacak bir tedkik, oğlumun mâsum olduğu halde adlî hatâya kurban gittiğini göstereceğine emin bulunuyorum. Bu takdirde vatan hainlerine karşı bile göstermek büyüklüğünde bulunduğunuz ulûvv-ı cenâbı oğlumdan esirgemeyeceğiniz muhakkaktır; çünki Nâzım ne bir vatan haini ne memleketinin ordusuna kasdetmiş bir cânîdir.

O, sadece Türk Dili’nin emsâli arasında kıymetli bir hizmetkârı ve istikbalde senin yarattığın tarihi altın harflerle yazacak kalemlerden biridir. Felsefe-yi akîdesinin kendisini komitacı bir bolşevik tanınacak şekilde yanlış anlaşılmasının verdiği vehme kurban gitmiştir.

Mustarip bir ana sıfatıyle en büyük emelim, oğlumun mâsumiyetine sizin de kanaat getirmeniz ve onu affa lâyık görmenizdir. İstirhamlarımın reddedilmeyeceğine güvenerek, minnetle ellerinizden öperim büyük Atam.

Celile. Yenişehir’de merhum Bay Samih Rifat evinde” (Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 01019688-373, 374 ve 375).

Ancak ne bu mektup ne dayısı Ali Fuat Cebesoy’un girişimleri ne de “Kuvay-ı Milliye”destanı Nazım Hikmet’i, hayatını karartmaya bir kez karar vermiş olan ilahların hışmından kurtaramadı. Şu cezaevi bu cezaevi derken Bursa’ya demir attı ve 1950’ye geldiğimizde şair tam tamına 12 seneden beri hapisteydi. CHP’nin Tek Parti dönemi bitmiş artık siyasi hayatımıza Demokrat Parti diye bir muhalefet partisi girmişti. Özgürlük rüzgarları esiyordu. Şair 48 yaşındaydı, artık yeterdi; “Canımı pul yerine kullanarak millete son bir istida yazıyorum” dedi ve 8 Nisan 1950’de serbest bırakılması için Bursa Cezaevi’nde açlık grevine başladı. Cin şişeden çıkmıştı. İçerde ve dışarıda büyük şairin özgürlüğüne kavuşabilmesi için dünyada ve bizde Albert Camus’dan Sartre’a, Halide Edip Adıvar’dan Behice Boran’a, Neyzen Tevfik’ten Ahmet Hamdi Tanpınar’a kadar bir yığın sanatçı, yazar, aydın ayağa kalktı. İmzalar toplandı, destek için açlık grevleri başladı, herkes elinden gelen neyse onu yapmak için seferber oldu.

O sırada Paris’te bulunan ressam, şair, Nazım Hikmet’in dostu Bedri Rahmi Eyüboğlu da kampanyaya katkı sunmak için “Zindanı Taştan Oyarlar” adlı bir şiir yazdı.

Oldukça uzun şiir şöyledir:

“Bursa'nın ufak tefek yolları

Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri

Tepeden tırnağa şiir gülleri

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

*

Bir şubat gecesi tutuldu dilin

Silâha bıçağa varmadı elin

Ne ana ne baba ne kız ne gelin

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

*

Ne bir haram yedin ne cana kıydın

Ekmek gibi temiz su gibi aydın

Hiç kimse duymadan hükümler giydin

Döşek diken diken yastık batıyor

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

*

Zindanı taştan oyarlar

İçine bir yiğit koyarlar

Sağa döner böğrü taşa gelir

Sola döner çırılçıplak demir

Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir

Döşek melul mahzun, yastık batıyor

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

*

Bugün efkârlıyım açmasın güller

Yiğidimden kötü haber verirler

Demirden pencere taştan sedirler

Döşek melul mahzun yastık batıyor

Yiğidim şahinim aman burda yatıyor

*

Mezar arasında harman olur mu?

On üç yıl hapiste derman kalır mı?

Azrail aç susuz canın alır mı?

Döşek melul mahzun yastık batıyor

Yiğidim şahinim aman yerde........

© Habertürk