menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Günlük hayatın içindeki şiir ve ironi

26 1
30.09.2024

31. Adana Altın Koza Film Festivali, geçtiğimiz cumartesi gecesi yapılan bir törenle sona erdi ve ödüller dağıtıldı. Ekipte yer alan biri olarak festivali değerlendirmek ve sonuçları yorumlamak elbette bana doğru gelmiyor. Buna karşılık, film eleştirmeniyim ve sonuçlar açıklandıktan sonra festivale katılan filmler hakkında yazmamın önünde hiçbir engel göremiyorum. İleride seyirciyle buluştuklarında ve fırsat buldukça, bu filmler üzerine düşüncelerimi paylaşmaya devam edeceğim. Sonuçta, asıl işim bu… Yeri gelmişken, ulusal yarışma seçkisinde yer alan 11 filmin 11’ini de sevdiğimi; bu filmleri festival seyircisine sunmaktan çok memnun olduğumu söylemek isterim.

Festival sonrasındaki ilk yazımı yarışmanın büyük ödülünü kazanan filme ayırmaktan yanayım. Böylelikle nerdeyse bir haftadır festival üzerine yazan meslektaşlarımdan da çok geri kalmış olmam.

Murat Fıratoğlu’nun yazıp yönettiği ilk uzun konulu film olan “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, sıcak bir yaz gününde domateslerin tuzlanarak güneşin altına serildiği düzlükte açılıyor. İlk genel planlar renk ve kompozisyon olarak nerdeyse resim kadar güzel, etkileyici; ama yönetmen Murat Fıratoğlu kamerasını işçilere yaklaştırdığında, gerilim ve huzursuzluk kendini hemen gösteriyor.

Yevmiyelerin uzun süredir verilmediğini ve ustabaşı konumunda çalışan Hemme’nin işlerin bitmesi için çalışanlara biraz fazla yüklendiğine tanık oluyoruz önce. Kimse ses çıkarmadan çalışırken Eyüp (Murat Fıratoğlu), haklı olarak parasını istiyor, iş yükünün fazlalığından şikâyet ediyor.

Eyüp’ün İzmir’den gelmesinin onu diğerlerinden ayrıştırdığı ve kolay boyun eğen biri olmadığı belli… Otoritesinin sorgulanmasından rahatsız olan “abi” konumundaki Hemme, gereksiz şekilde Eyüp’ün üstüne gidip efelenince testosteron yükseliyor ve kavga çıkıyor. Araya girenler sayesinde çok şükür kimse kimseye dokunamıyor ve Eyüp sık sık tekleyen arızalı motosikletiyle olay yerinden uzaklaşıp Siverek’e, evine dönüyor.

Kameranın sabit kaldığı, temponun özellikle düşük tutulduğu eve gidiş sekansı, ufka doğru göz alabildiğine uzanan düzlüklerde geçiyor. Planların süresi uzun tutuluyor; kamera Eyüp’e ısrarla yaklaşmıyor. Yönetmen bizi çevredeki o sakinlikle, sessizlikle baş başa bırakarak ve çok az kesme yaparak zamanın akışını nerdeyse bire bir hissettiriyor. Ovanın sakinliği, ıssızlığı ile Eyüp’ün içindeki şiddet duygusunun karşı karşıya geldiği bir sekans bu… Kamera, tüm sekans boyunca genel planlar içinde hacimsiz figür olarak gösterilen Eyüp’e yaklaşmıyor belki ama beden dili, içindeki öfkenin geçmediğini sezdiriyor.

Film bir yanıyla tam da bu öfke üzerine kurulu. Zaten hikâye örgüsü de “Öfke şiddete dönüşecek mi? Kan dökülecek mi?” sorusu üzerinden gelişiyor.

Siverek’e........

© Habertürk


Get it on Google Play