menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

'Black Mirror' yedinci sezon üzerine…

57 4
23.04.2025

İleri teknoloji her zaman hayatımızı kolaylaştırıp güzelleştirmez. Bazen de bizi ekonomik durumumuza göre ayrıştırıp sınıflandırır. Sunulan teknoloji hizmetinin bedeli ile gelir seviyemiz arasındaki orantısızlık, içinde yaşadığımız kapitalist sistemin acımasız ruhunun yansıması haline dönüşebilir.

“Black Mirror” dizisinin yedinci sezonu işte tam da bu durumu anlatan bir bölümle başlıyor. “Common People” çocuk sahibi olmaktan başka bir şey istemeyen kendi halinde mutlu ve mütevazı bir çifti tanıtıyor bize. Öğretmenlik yapan Amanda’nın (Rashida Jones) aniden hastalanmasıyla mutlulukları kesintiye uğruyor. Doktorlar Amanda’nın beynindeki tümörü geleneksel yöntemlerle iyileştirmenin imkânsız olduğunu belirtip, yeni bir tedaviden söz ediyorlar. İnşaatlarda kaynakçı ustası olarak çalışan Mike (Chris O’Dowd), eşinin hayata dönmesi için Rivermind adlı şirketin geliştirdiği alternatif tedavi yöntemini çok fazla sorgulamadan kabul ediyor. Kaldı ki, şirket ameliyat için ayrı bir ücret dahi istemiyor. Ameliyat sonrası Amanda sağlığına kavuştuğunda, Mike her ay vereceği 300 dolarlık abone ücretinin çok büyük bir bedel olmadığını düşünüyor haliyle. Hesaplayamadığı şey ise hiç kuşkusuz Rivermind’ın kâr odaklı bir şirket olması; Amanda’ya hasta değil müşteri olarak bakması… Mike ile Amanda’nın Rivermind ile yaşadığı deneyim, aslında hiçbirimize yabancı değil. Olaylar geliştikçe, abonesi olduğumuz bütün teknoloji şirketleriyle yaşadığımız kötü deneyimleri hatırlıyoruz. Amanda ile Mike’dan tek farkımız, onların çok daha zor ve hayatî bir durumun içine düşmeleri…

“Common People”, birçok “Black Mirror” bölümünde olduğu gibi içinde yaşadığımız çağ ile yakın geleceğin karanlığının birbirine karıştığı bir dünya tasvir ediyor. Belirli bir noktadan sonra Mike’ın para bulmak için neler yapacağını, olayların nereye varacağını tahmin etmek açıkçası zor değil. Hikâyenin öngörülebilirliği, dramatik tansiyonu düşürüyor ama “Common People” kolay kolay unutulmayacak bir açılış bölümü olmayı başarıyor. Mike’ın mutlu bir evlilik hayatı sürdürmek için yaptıkları, sosyal medya üzerinden gelişen teşhircilik ve röntgencilik olgusunun nerelere kadar uzanabileceğini de gösteriyor bize. İleri teknolojinin dijital temelli mutluluk vaadine ulaşmak için Mike’ın etiyle, kanıyla bedeniyle para kazanmaya çalışması, sert ve gerçekçi bir neoliberalizm eleştirisine götürüyor diziyi.

İkinci epizot "Bête Noire", yine orta halli genç bir çiftin hikâyesi gibi başlıyor. Ama hikâye ilerledikçe lise yıllarında yaşanan akran zorbalığının yön verdiği gerilimli bir ilişki içinde buluyoruz kendimizi. Maria (Siena Kelly), çalıştığı gıda şirketinde işe giren lise arkadaşı Verity’nin (Rosy McEwen) intikam peşinde olduğunu düşünerek ona başından itibaren hiç güvenmiyor. Hikâyeyi, zorbalığı bizzat yapan ve kendine hak vermeyi sürdüren Maria’nın gözünden seyretmek, bölümün artı puanlarından biri. Sonuçta, ona ve tepkilerine kuşkuyla yaklaşıyoruz. Suçluluk duygusunun paranoyaya ve nefrete dönüşmesini izliyoruz. Üstelik, finale kadar Verity’nin cephesine hiç geçmiyoruz. O yüzden, ilk bölümün aksine merak öğesinin sonuna kadar ayakta durduğu bir hikâyenin içindeyiz.

Başlığı itibaıyla “istenmeyen veya sevilmeyen kişi” anlamına gelen "Bête Noire"ı bir “Black Mirror” epizodu haline getiren “numarası” finale kadar tam anlamıyla netleşmiyor. Tahmin etmek de pek kolay değil açıkçası; ama kendi adıma, entrikanın bağlandığı yeri çok sevdiğimi söyleyemem. Sadece Verity’nin ortaya çıkan sırrından söz etmiyorum. Maria ve Verity’nin karakter gelişimlerinin vardığı noktalardan da çok hoşlanmadım. Özetle, finalde olup biten her şeye makul bir açıklama getiren ama psikolojik derinliğini kaybeden bir bölüm bence. Ne var ki, finale kadar olup bitenlere hiç itirazım yok. Maria’nın, bildiği ve tanıdığı dünyanın nesnel gerçeklerinin sürekli değişmesi karşısında içine düştüğü yalnızlık gerçekten çarpıcı. Başlangıçta yaşadığı bazı olayları hafızanın hepimize oynadığı oyunlara benzetiyor, hatta onunla özdeşleşiyoruz. Ama internetten gelen verilerin, bilgilerin sürekli değişmesi karşısında yaşadığı çaresizlik, giderek büyüyor. Çevrimiçi........

© Habertürk