Çağdaş Zülbicâdeyn
Müzeyne kabilesine mensup bir gençti. İslâm’a girmedenönceki ismi Abdüluzzâ idi, Hz. Peygamber (s.av) bu ismi Abdullah olarak değiştirdi. Resûl-i Ekrem ona Zülbicâdeyn diye hitap ettiğinden bu lakapla tanınmıştır.
Küçük yaşta iken babası hiçbir şey bırakmadan ölünce varlıklı bir kişi olan amcasının himayesinde büyüdü; onun sayesinde mal sahibi oldu. Resûlullah’ın (s.a.v) Medine’ye hicret etmesi üzerine İslâm’a büyük ilgi duydu, fakat amcası buna karşı çıktığından Müslümanlığı ilana cesaret edemedi. Nihayet bir gün amcasından Müslüman olmak için izin istedi. Bu isteğine karşı gelen amcası, böyle bir şey yaptığı takdirde sırtındaki elbiseye varıncaya kadar her şeyini elinden alacağını söyledi. Buna rağmen o, taşa tapmayı bırakacağını ve Hz. Muhammed’e tâbi olacağını söyleyerek amcasının verdiği her şeyi iade etti.
Resûl-i Ekrem’in yanına gitmek için giyeceği bir elbisesi kalmadığından annesi ona “bicâd” denilen bir kumaşı (veya bir kilimi) ikiye bölerek bir tür elbise yaptı. Medine’ye varınca geceyi Mescid-i Nebevî’de geçirdi ve sabah namazında kıyafetiyle Resûl-i Ekrem’in dikkatini çekti. Hz. Peygamber de “Sen Abdullah Zülbicâdeyn’sin” dedi. Ardından o günden itibaren sahabe arasında bu lakapla tanındı.
Zülbicâdeyn Tebük Gazvesi sırasında hummaya yakalandı ve bir gece şehit oldu. Cenaze namazı Resûlullah (s.a.v) tarafından o gece kıldırıldıktan sonra yakılan bir ateşin ışığında defnedildi. Resûl-i Ekrem (s.a.v) kabrinin geniş tutulmasını ve naaşının hırpalanmadan taşınmasını emretti; ardından bizzat kabrine inerek Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in yardımıyla naaşı alıp kabre koydu. Defin işlemi tamamlandıktan sonra Resûlullahkıbleye döndü ve ellerini kaldırarak, “Allah’ım! Ben ondan razıyım, sen de razı ol!” diye dua etti. Olayı izleyen........
© Habername
