Davasını terk etti ama Türkeş ‘çiydi!
Bazı hadiseler vardır, izahı zordur. O yüzden daha kolay anlatım yolu olarak mizah seçilir. Bu sebepten olsa gerek, “İzahı olmayan şeyin mizahı olur.” Sözü edebiyatımızda darb-ı mesel haline gelmiştir.
Yine büyüklerimiz, “Mazeret terazisi küfrü bile tartar.” Diyerek yaptığı hataya veya günaha mazeret bulmak isteyenlerin mutlaka bir mazeret bulabileceklerini söylemişlerdir.
Siyasi arenada meydana gelen bazı olaylar da ancak ya mizahla geçiştirilip izah etmeye çalışılır ya da o günahı, hatayı işleyenlerin mazeretlerine inanmakta zorlanılır.
Ülkücü hareketin tarihinde sık sık yaşanan bir çelişkiyi, hadiseyi izah etmek için bu kez biraz mizah yapmaya karar verdim. Çünkü o hatayı işleyenler öyle mazeretler ileri sürüyorlar ki, ister istemez, “Mazeret terazisi küfre bile tartar.” Demek zorunda kalıyorum.
Meselenin özeti şu:
Ülkücü hareketin ve partisi MHP’nin kurucusu olan Rahmetli Başbuğ Alpaslan Türkeş, partisi içinden kendisine yanlış yapıp terk edenlere karşı bir zamanlar, “Ülkücülük MHP’de olur.” Şeklinde özetlenen önemli bir söz söylemiş ve MHP ile Ülkü Ocaklarını terk edenlerin “Ülkücü” olamayacağını beyan etmiştir. Neticede hareketi kuran bir liderin herhalde böyle bir söz söylemeye hakkı vardır ve bu sözü söyledikten sonra geri aldığına dair herhangi bir delil de yoktur.
Değişik tarihlerde MHP ve Ülkü Ocaklarını terk edip başka partilere, oluşumlara gidenlerin “Ülkücülük” sıfatını kullanması Rahmetli Türkeş’in beyanına göre en azından Türkeş’e saygısızlıktır diye düşünüyorum.
Bu gerçeği içinde bulundukları paradoksu kabullenemedikleri için anlamamakta direnen başka partilere ve oluşumlara gitmiş çok arkadaşım var. Bu arkadaşlar değişik platformlarda “Ülkücülük” iddiasında bulununca onlara Türkeş’in aşağıda metnini tam olarak vereceğim, “Ülkücülük MHP’de olur. MHP’yi terk eden ülkücü olamaz.” açıklamasını hatırlatıyorum. Ancak öyle mazeretler ileri sürüyorlar ki, ister istemez yukarıda aktardığım, “Mazeret terazisi küfrü bile tartar.” Deyişini hatırıma getiriyor.
Durum gerçekten şaşırtıcı ve çok ironik. Ben de bunu mizahi bir dille bir makale çerçevesinde anlatmaya çalışacağım.
Erzurumlu Naim Hocayı hepiniz bilirsiniz. Nüktedanlığı ile meşhur olmuştur. Hatta günümüzün Nasrettin Hocası diyenler bile vardır.
Erzurum’da damın biri Cuma günü ölmüş ve gömmüşler. Ölen adamın oğlu Naim Hocaya gelmiş ve sormuş:
“Hocam, babam Cuma günü öldü. Cuma günü ölenlere öbür tarafta sorgu sual olmadığını söylüyorlar, bu doğru mu? Babam öbür tarafta nasıl karşılanır?”
Hoca sormuş:
“Baban Namaz kılar mıydı?”
“Hayır! Ama Cuma günü öldü.”
“Kumarı, içkisi var mıydı?”
“Vardı ama Cuma günü öldü.”
“Yalan söyler miydi?”
“Evet, çok yalan söylerdi ama Cuma günü öldü.”
“Hovardalığı var mıydı?”
“Çok hovardaydı ama Cuma günü öldü.”
Hoca sonunda sinirlenmiş ve şöyle cevap vermiş:
“Oğlum, babanı Cuma günü ellemezler ama Cumartesi günü tepesi üstü Cehenneme atarlar."
Eskiden yolu MHP'ye uğramış, hasbelkader Ülkü Ocaklarının önünden geçmiş veya içinde bulunmuş, başkanlık yapmış ama sonradan kimi menfaat için, kimi koltuk için kimi başka sebeplerle davasını terk etmiş ilginç arkadaşların, "Biz MHP’yi terk ettik, Ülkü Ocaklarına ihanet ettik ama Türkeşciyiz." dediklerini görünce Naim Hocanın ölen adamın durumunu izah etmek için bu esprili yaklaşımı aklıma geldi. Ben de meseleyi adı geçen TÜRKEŞCİLERE(!!!) uygulayalım dedim.
Bu tür Türkeşcilerden biri Cuma günü ölmüş.
Oğlu Naim Hocaya gitmiş ve "Babam Başbuğ Türkeş’in kurduğu partiyi terk etti ama gittiği yerde Türkeş’ciydi. Durumu ne olur?" diye........
© Habererk
