Üç şehitler
16 Mart 1920 sabahıydı...
Gece boyu süren hazırlıklar bitmiş, gün ağarmadan harekât başlamıştı.
Boğaziçi’ne demirli savaş gemilerine ardı ardına çatanalar yanaşıyor, salkım salkım doldurduğu askerleri karaya taşıyordu.
Sirkeci, Galata, Dolmabahçe gibi şehrin merkezine akan rıhtımlara İngiliz ordusuna ait kamyonlar dizilmişti.
Gemilerden boşalan askerleri yüklenip birbiri sıra hareket ediyorlardı.
Hedef, başta Harbiye Nezareti olmak üzere imparatorluğun idare merkezleriydi.
Osmanlı payitahtı en kara günlerinden birini yaşamaya hazırlanıyor, koyu bir sisle kaplı Boğaziçi işgale tanıklık ediyordu.
Aslında fiili bir işgal zaten vardı. 13 Kasım 1918’de işgal yönetimi İstanbul’a gelmiş, stratejik noktaları kontrol altına almış, Beyoğlu yakasına İngilizler, Haliç’in güneyine Fransızlar, Anadolu yakasına İtalyanlar yerleşmiş, ancak idareye dokunmamıştı.
Bugün idarenin de işgal günüydü.
Mütareke hükümleri ne kadar sert, uygulaması ne kadar acımasız olursa olsun, İmparatorluk bakiyesi toprakların ne mücadele azmi bitmiş, ne direniş ateşi sönmüştü. Savaş yorgunu ülkenin dört bir yanında Müdafaayı Hukuk, Muhafazayı Hukuk, Reddi İlhak gibi direniş örgütleri kuruluyor, peş peşe kongreler düzenleniyordu. Özellikle Sivas Kongresinin ardından İstanbul Hükümeti, Anadolu hareketi ile elbirliği edip seçimlerin yenilenmesini sağlamış, “Meclis-i Mebusan”, işgalcilerin şaşkın bakışları altında yeniden çalışmaya başlamıştı. Üstelik Meclis’te “Misak-ı Milli” kararlarının alınarak dünyaya ilan edilmesi işgal düzenine vurulan en büyük darbe olmuştu.
Daha fazlasına izin veremezlerdi.
Bu yüzden öfkeli, bu yüzden hınç doluydular.
O sabah, kamyonlara yükledikleri binlerce silahlı askerle payitahtın dört bir yanında terör estirdiler. Başta Harbiye ve Bahriye Nezaretleri olmak üzere bütün devlet binalarını, idare merkezlerini, kışla ve karakolları bastılar.
Beyazıt’ta bulunan Şehzadebaşı 10. Kafkas Tümenine........
© Haber7
