Dürzülük!
Bizim oralarda (Ordu, Gökömer) güvenilmez, kaba, fitneci, düzenbaz kişilere ‘dürzü’ denir. Hatta bazen öyle öfkeli bir cümle içinde yer bulur ki, cinayet sebebi bile sayılabilir: “Ulan dürzü! Senin bu yaptığın hangi kitapta yazar!”
Buna benzer başka hakaret/argo deyimler veya kelimeler de kullanılır: “Ermeni keyişin (keşişin) oğlu”, “Moskof dölü”, “Rum’un uşağı”…
Fakat bunların hiçbiri “dürzü” kelimesi kadar aşağılayıcı bir küfür sayılmaz. Diğer deyimlere bazen gülüp geçilir ama “dürzülük yapma!” dendiğinde zaman donar, kan beyne sıçrar, sonrası Allah kerim…
***
“Dürzü/Dürzi” kelimesi son birkaç haftadır bütün Türkiye’nin hatta dünyanın gündeminde. Lübnanlı Dürzilerin lideri Kemal Canbolat, 1940’lı yılların en önemli siyasi figürlerinden biri idi. 1948’de kurduğu İlerici Sosyalist Parti (Progressive Socialist Party, PSP) ve partinin silahlı kolu Halkın Kurtuluş Ordusu iç savaşta aktif rol oynadı. 1977’de bir suikast sonucu öldürülünce yerine oğlu Velid Canbolat geçti. Doğumundan bir yıl önce kurulan partinin de lideri konumunda… Seküler/ sosyalist Canbolat ailesi ve siyasi hareketi, Lübnan’da yaşanan çok önemli siyasi dönüşümlerin ana aktörlerinden biri oldu.
Kendilerini Müslüman gören ama batınî bir topluluk olan Dürzilerin dinî inançlarına ve ritüellerine girecek değilim.
Boyumu da aşar…
Ancak bir durum tespiti anlamında kaydetmekte yarar var: Lübnan’da Kemal ve Velid Canbolat çizgisinden Dürzilerin Suriye’de Evanjelist/Siyonist çizgiye nasıl evrildikleri, hangi amaca hizmet ettikleri ve aslında ‘ne’ oldukları konusunda fikir sahibi olabilmek için bugün üstlendikleri ‘dürzülüğü’ iyi tahlil etmek gerekiyor.
Şimdi efendim…
Osmanlının çokkültürlü yapısından Cumhuriyetle birlikte ulus-devlete dönen Türkiye hakkında uzun uzun yazabiliriz. Hepimizin bu konuyla ilgili bir fikri, ön kabulü veya ezberi vardır. “Eskisi çok iyiydi, yenisi kötü” veya “eskisi çok kötüydü, yenisi çok iyi” kalıplarının dışına çıkarak bir noktaya atlamak (aslında iki haftadır tarihçilerden, derin analistlerden, televizyon ekranlarına sabitlenmiş yorumculardan bekliyorduk ama olmadı) istiyoruz.
İbn Haldun’un bayraklaşmış bir sözü vardır: “Coğrafya kaderdir.”
Sigmund Freud da yaklaşık bir tespit yapar: “Kadavra kaderdir.”
İki yaklaşım arasında çok belirgin bir fark var mıdır?
Bana göre yok…
Neden?
Merhum Orhan Türkdoğan hocanın yaklaşımıyla cevaplandırırsak, “Her insanın doğum yolu........© Haber7
