Televizyonun sesiz tükenişi! Reyting ve İçerikler ?
Bir zamanlar televizyon, üzerindeki tığ dantel örtüsüyle evin başköşesinde durmazdı, O zamanların anlatıcısı, eğlencesi, habercisi, öğretmeni ve toplumu bir arada tutan görünmeyen bağın gerçek simgesiydi.
Akşam saatleri geldiğinde çaylar demlenir, koltuklar özenle düzeltilir, istiklâl marşı eşliğinde ekran başına geçilirdi. Herkesin kalbi aynı anda çarpardı. Bir dizi sahnesiyle hüzünlenir, bir maçla coşar, bir eğlence programıyla gülüşler yankılanırdı evin duvarlarında. Televizyon sadece bir yayın aracı değil, bir çağın ruhuydu.
Oysa şimdi.. Gözler artık o ekranda değil. Parmaklar başka ekranlarda, telefonlar, tabletler, dizüstü cihazlar. Her biri kullanıcılara kişisel bir evren sunuyor. Algı dağılmış, bağ çözülmüş durumda. Ortak heyecanlar yerini bireysel tercihlere bırakmış. “Eskiden televizyonda ne var?” sorusunun yerini, bugün “Netflix’te yeni ne var?” a dönmüş.
Reyting ölçümleri hâlâ yapılıyor, reklam kuşakları dönüyor, sabah programları sürüyor… Ama tüm bu çabalar, aslında geçmişin yankılarını yaşatma çabası gibi.
İzleyici artık orada değil, seçici, sabırsız, özgür ve zamansız. Akışa bağlı içerikler yerine, istediği zaman başlatabileceği içeriklere yöneliyor. Zamanın ruhu, televizyonun ritmini çoktan geçmiş durumda.
Televizyonun tükenişi gürültülü olmadı ,ne bir çöküş anı vardı ne de bir veda töreni. Sessiz sedasız ve usulca çekiliyor sahneden. Zira dijital dünyanın parıltısı, klasik ekranın cazibesini gölgede bıraktı. Sosyal medya, algoritmalar, içerik bolluğu… Artık her birey kendi yayıncısı, her telefon bir televizyon.
Peki, tamamen yok olacak mı? Belki hayır. Ama kesin olan şu: Televizyon, o eski ihtişamlı günlerine dönmeyecek. Artık yalnızca bir "alışkanlık nesnesi", yaşlıların sohbet arkadaşı, boş duvarlara hareket katan bir eşya olarak bir süre daha varlığını sürdürmeye devam edecek
Evet, televizyon bitmedi. Ama eskisi gibi yaşamadığı da ortada. O artık yalnızca bir “anı” taşıyor: Toplu izlemelerin, aile içi ritüellerin, kuşakları birleştiren ortak heyecanların anısını...
Kopya Karakterler, Zorlama Hikâyeler
Bugün televizyonu açtığınızda karşınıza çıkan tablo ne yazık ki tanıdık.
Aynı yüzler, aynı aşk üçgenleri, zorlama dramlar, birbirini taklit eden mafya dizileri... Ve hepsinin ortasında, hikâyeyi sürüklemek yerine uzatmaya çalışan uzun sahneler. Hâlâ 120 dakikayı aşan dizi bölümleri, senaristleri yaratıcı olmaya değil, süre doldurmaya zorluyor.
Senaryo ekipleri birer hikâye mimarı değil, adeta içerik işçisi hâline geldi. Her hafta bir bölüm yetiştirme baskısı, anlatının ruhunu boğuyor. Takvimle yarışan bir sektör değil, içerik belirleyici olmalıydı.
Dizi sektöründe kalite kaybı
Aynı yüzler, aynı senaryolar, hikayeler benzer ve aynı çöküş…Türk televizyonlarında senaryo kalitesi neden düşüyor? Ekran var ama hikâye........© Haber7
