menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Asrı İdrak ve Manayı İnşa Etmek

13 0
29.09.2025

Başlığın yarısını merhum Akif’in “Doğrudan doğruya Kurandan alarak ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” dizisinden ilhamla yazdım. İkinci yarısını da bu idrak çerçevesi üzerine tefekkürle başlığa dahil ettim. Soyut (Mücerret) gibi görünen iki cümleyi, iki devasa idrak ve anlamlandırma meselesini çağımızın büyük olaylarına tatbik etmeye çalışacağım. Bunu yaparken özellikle belirtmeliyim ki, başlığın ilk kısmı merhum Akif’in kastettiği özel anlamın dışına çıkacak, genel bir idrak dizgesi ve yaklaşımı olarak kullanılacaktır.

Çağımızın güç odakları ve ilişkilerini, güç unsurları ve kaynaklarını mukayeseli olarak oldukları gibi idrakimiz ile aydınlatmaya ve yepyeni bir dünya gücü olabilmenin de az fark edilen veçhelerini müzakereye çalışacağım. Gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Düşüncelerimizde isabet varsa O’nun lütfudur; yanlışlıklar ve isabetsiz hükümler kul olarak eksikliğimizdendir.

Dünya üzerinde hangi çağda olursa olsun bir güç, bir devlet oluşurken sahip olduğu toprakları, nüfusu, zenginlikleri, döneminin güç dengelerini, çatışmalarını, güce sahip olmanın imkanlarını, vs gerçeğine en yakın şekilde idrak etmeye çalışır. Tıpkı insan gibi bir devletin de en önemli vasfı kendini idrak etmek, asrını idrak etmektir. Bu bireysel çerçevede fazilet, devlet düzeyinde ise doğru siyasettir. Bireyler gibi devletler de güç değişimi zamanlarında, yeni oluşum aşamalarında gücün ve dünyanın göreceli olarak algılanmasını temyiz ve fark ederler. Ta ki, gerçeğin kendisine erişsinler ve doğru kararlar alabilsinler.

Miquel de Cervantes’in (1547- 1616) eseri “Don Kişot” modern Avrupa’nın ilk kurgu romanı olarak kabul edilir. Yazarın kast ve iradesini bilmek elbette mümkün değil, ancak yaşadığı dönemin Akdeniz Dünyasında güç dönüşümlerine sahne olması (Osmanlı ve Avrupa arasındaki Akdeniz hakimiyet mücadelesi) ve kendisinin de sıradışı serüvenleri (İnebahtı’da yaralanması, Cezayirli koşanlara esir düşmesi, vb) her iki çerçevede göreliliği en çarpıcı anlatmasını sağlamıştır. Bize bu anlamda canlı idrak çerçeveleri sunmaktadır. Yanılsamalar kaçık soylu şövalye Don Kişot’un şahsında şaheser komik, acıklı ve hüzünlü sahnelerin ana konularıdır. Şifre ve gizem çözen ise Soylu Şövalyemizin uşağı Sancho Panza’dır. Don Kişot’un maceralarını saf ve pratik zekasıyla Sancho çözümleyerek romana farklı bir boyut katar. Daha doğrusu kaçık şövalyemizin davranışlarının gerçek ile bağını kurar. Don Kişot’un soylu şövalyeliği ve uşağı Sancho’nun pratik çözümlemeleri bir arada olunca esere bir evrensel nitelik kazandırmıştır. Cervantes bu eseriyle Avrupa'da bir dönemi açılmamak üzere kapatmıştır; şövalyeler dönemi artık bitmiştir. Bundan sonra tarihsel bir kültürün ve anlatının konusu olacaktır şövalyeler ve şövalyelik. Onun yerini Hollandalı Kont Nassi gibi Kuzeydeki Germanik ve İskandinav askeri uzmanlar alacaktır.

Don Kişot'un idrak yoksunluğunun yol actığı olayları hepimiz biliriz. En meşhuru yeldeğirmenlerine karşı cesurca saldırısıdır. Cervantes ne anlattığının bilincinde olarak ayrıntılı bir şekilde bu kahramanlığı anlatır. Ama bu soylu şövalyenin daha tehlikeli maceraları da vardır.

En tehlikeli ve acıklı olanı sevgilisi dünyalar güzeli soylu Dülsine'sini korsanlardan kurtarma macerasıdır. Sancho'nun ifadesiyle azgın nehirde seyreden bir gemiyi korsan gemisi zannedip, içinde de Dülsine’sini esarette düşleyen kahraman soylu şövalyemiz nehrin içine atını sürmüştür. Zırhının ağırlığıyla azgın dalgalar içinde batma riski yaşarken gemideki insanlar onun boğulması ihtimalinden dolayı korkmakta, O ise azgın dalgaların yükselttiği coşkuyla kahramanlığına ram olmuş bir vecd içindedir. Neyse ki insanlar yardıma koşup bu kahraman sövalyeyi (!) nehirden çıkarıp, boğulmaktan kurtarırlar.

Cervantes bu şaheserin yaratılmasında neyi murat etmiştir bilinmez. Ancak, pekala yaşadığı yüzyılın güç ve iktidar geçişlerinde yaşanan trajedileri ve yanılsamaları harika metaforlarla anlatmaktadır. Zaten yaşadığı yüzyıl artık Batı Hıristiyanlığının reformasyonunu tamamlamak üzere olduğu ve rasyonel düşüncenin egemenliğini kurmaya başladığı bir yüzyıldır. Bu yüzyıl artık düşlerin değil hayallerin yüzyılıdır. Bu yüzyıl gelişimin, daha tahripkar silahların yapıldığı, daha ileri bilimsel adımların atıldığı, hatta bütün bunların devlet, siyaset ve uluslararası ilişkilerde yansımalarını bulduğu bir yüzyıldır. Savaşlar, yönetimler, ordular, günlük anlayışlar bütünüyle değişmeye başlamıştır. Dünya dengesinde büyük güç olmak isteyen devletler ve milletler için çağını anlamak geçmişten daha önemli hale gelmiştir.

Çağını anlayamayan ve asrını idrak edemeyen büyük güçler bile........

© Haber7