Derin Yunan belgeleri arasında bir Türk
Atina güzel bir şehir, Yunanlar genel olarak misafirperver, kibar insanlar. Bu şehrin yaklaşık dört yüz yıl boyunca bizim egemenliğimizde olduğunu düşünüce biraz tuhaf geliyor. Daha tuhaf gelen ise bu “kibar” halkın sadece yüzyıl kadar önce Anadolu’yu işgal etmeye kalkmış olması!
1919’dan itibaren tüm Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan orduları, Ankara Polatlı’ya kadar ilerlemişti. O orduların yaptığı zulüm, bilinen adı ile ‘Yunan Mezalimi’ hala Anadolu’da anlatılır.
Yunanlar, 1922’de çok ağır bir yenilgiye uğrayarak Anadolu’yu terk ettiler. Bir yıl sonra, soydaş saydıkları Rumlar da -Mübadele Sözleşmesi gereği- Anadolu’daki evlerini bırakıp Yunanistan’a göç ettiler.
Bizim Kurtuluş Savaşı dediğimize onlar Küçük Asya Felaketi diyorlar. Bizim zaferimiz, onların -bir işgalci olarak- yenilgisi. Megali İdea (Büyük Yunanistan ideali) ile yola çıkanlar büyük kayıplar ile ülkelerine dönmüşler.
Acaba Yunanlar bugün gerçekten kendi tarihleri ile yüzleşebiliyorlar mı? Yenilgilerini nasıl anlatıyorlar, Türkler ile ilişkileri onların kimliğinde nasıl bir yere denk geliyor? Daha önemlisi, bizim için kesinlikle zafer olarak tarihin o sayfaları, onların ortak hafızasında nasıl yer buluyor?
BİR ACAYİP KÜTÜPHANE
Kafamda bu sorularla yola koyuluyorum. Atina’da yazın en sıcak günleri geride kalmış, hava yavaş yavaş rahatlıyor. Öğlen saatlerinde Ulusal Galeri’nin önündeki otobüs durağında inip yokuş yukarı çıkan sokağı tırmanmaya başlıyorum.
Sokağın sonunda, Likavittos Tepesinin eteklerinde yer alan gösterişli yapı, Yunanistan’ın en önemli kurumlarından birine, Gennadius Kütüphanesi’ne ait. Gennadius, 110 binden fazla “çok kıymetli” orijinal belge ve esere ev sahipliği yapıyor. Burada saklanan belgeler, Yunan tarihi açısından o kadar kıymetli ki yapıya ziyaretçi olarak girmek bile özel izne tabi.
Uzman araştırmacılar dışında Yunanların bile sadece adını bildiği, bahçe kapısından itibaren son derece sıkı güvenlik önlemleri ile korunan bu gizemli yapıda yaklaşık on yıldır gece gündüz çalışan bir Türk var.
Doç. Dr. Esra Özsüer, akademik hayatını tam da benim kafamdaki soruların yanıtını bulmaya adamış bir bilim insanı. Beni bahçe kapısının karşı kaldırımında karşılıyor. “Sizi içeriye almaları için elimden geleni yapacağım” diyor.
Önce yolun karşısındaki bir başka yapıya girip beli silahlı güvenlik görevlileri ile konuşuyoruz. Dr. Özsüer’in Yunanca uzun açıklamaları ve bir dizi telefon konuşmasından sonra kimlik kaydım alınmak şartı ile kütüphaneye girmeme izin çıkıyor.
Güvenlik bariyerini ve bahçeyi geçip ana kapıdan binaya geçiyoruz. Asma katı ve galerileri ile heybetli ama mütevazı bir ana salon. İçeride fotoğraf çekebilmek için görevliden izin istiyoruz. Esra Hoca, “buna izin vereceklerini sanmam” diyor ama ben ısrar edince kıramıyor. Yunan görevli şaşkın. Belli ki daha önce bu kadar cüretkar bir talep gelmemiş. Önce birkaç yeri telefonla arıyor, sonra “müdürü beklemeniz lazım” diyor. Bir kenarda sessizce beklemeye koyuluyoruz.
“Hocam biliyorum sizi müşküle sokuyorum ama burayı mutlaka görmem, fotoğrafını mutlaka çekmem lazım”diyorum. Esra Hoca, son derece kibar........
© Haber7
