menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yahya Kemal’in tanıklığından Özgür Özel’in yalvarmasına…

18 1
03.09.2025

Tarihin kendine özgü son derece dinamik ve etkili bir felsefesi var.

Bu felsefe insanı diri tuttuğu gibi, hangi kulvarda niçin yürüdüğümüzün de cevabını verir.

Bizim; insan fıtratına uygun bir şekilde iplik, iplik örülerek hayatın imbiğinden geçirilip yaşanmış bir medeniyetimiz ve bu yaşantıyı tarihimizin övünülecek sayfalarında bugünlere taşımış bir geçmişimiz var.

Elbette sabah akşam bu geçmişle övünmek derdinde değilim.

Lakin öteden beri iddiam şudur ki; biz, çocuklarımıza tarihimizi ve medeniyetimizi öğretemiyoruz.

Bu konuda Çinlilerden ve Japonlardan öğreneceğimiz çok şey var.

Fazla gerilere gitmeye gerek yok, mesela şu 1800’lerden itibaren yaşananları, düzgün bir şekilde yeni kuşaklara aktarabilseydik, bugüne kadar Türkiye’de çok şey değişirdi.

Fakat beceremedik, yapamadık.

Geçenlerde Yahya Kemal Beyatlı’nın günlüklerinden bir kısmının günü gününe not edildiği “Tarih Musâhabeleri” adlı kitabına bakıyordum.

Kitabı Tarih Konuşmaları veya Tarih Söyleşileri olarak anlayabiliriz.

Yahya Kemal, 16 Mart 1920’de İstanbul’un ikinci kez işgal edildiği geceyi 36 yaşında iken yaşamış ve o geceyi anlatmış.

Biliyorsunuz Yahya Kemal 1884 Üsküp doğumludur ve vefat tarihi olan 1958 yılları arasındaki 74 yıllık hayatını dolu dolu yaşayan ve yazan değerli bir kültür insanımızdır.

O kara geceyi şöyle anlatmış:

İŞGALCİ İNGİLİZE İTİRAZ ETMEK KÜSTAHLIKTIR..!

“ 16 Mart 1920 gecesi Süleyman Nazif’in Nişantaşı’nda Meşrutiyet Mahallesi’ndeki evinde küçük salonda (..) Bir çok arkadaşlarla oradaydık. Hatırımda kaldığına göre, orada, aramızda Falih Rıfkı, Cem, (Karikatürist, Cemil Cem, B. Ayvazoğlu) Namık İsmail, Ahmed Haşim, Çallı İbrahim, Ruşen Eşref ve daha birkaç kişi vardılar. (..) Sabaha doğru ben Falih Rıfkı ile çıktım.

Bir arabaya bindik.

Falih Rıfkı’nın Saraçhane başındaki evine çabuk varabilmek için Unkapanı Köprüsü’nden gitmiştik.

Ne garip bir talihti.

Çünkü doğrudan doğruya Köprü’den gitseymişiz Köprüyü, Divanyolu’nu ve sâir noktaları hemen o saatte işgal eden, önüne geleni yakalayan, döven, öldüren ilk müfrezelere tesâdüf edecekmişiz. (..)

Falih Rıfkı’nın evinde o gece uyudum.

Sabah öğleye doğru kalktım,…… Saraçhane başındaki Sebilin önünde edebiyat muallimi Süleyman Şevket Bey’e tesadüf ettim. Güzide olduğu kadar sâkin ve hâlim olan bu arkadaş yanıma yaklaştı: ‘Olanlardan haberiniz var mı?’ dedi.

Hayretle yüzüne baktım.

Darbenin vurulduğunu, Letafet Apartmanı fâciasını, Harbiye Nezaretinin işgal edildiğini, vâsi mikyasta evler basıldığını, Meclis-i Mebusân’ın ve Meclis-i Ayan’ın kordon altında bulunduğunu ve hadisenin devam ettiğini nakletti. (..)

Oradan doğru Dârülfünun’a gittim.

Yukarı çıktım.

Müdür Behçet Bey’in odasında müderrislerden Rıza Tevfik, Naim Bey, Mahmut Baba namıyla maruf Mahmut Bey daha bir iki kişi vardı. Hadiseye dair konuşuyorlardı. (..)

Mahmut Bey daha cerbezeli bir lisan kullanıyordu; girdiğimiz karanlık devreye rağmen ümit-bahşa sözler de söylüyordu.

Yalnız Rıza Tevfik talebeye gitmiş, asla bu işe karışmamalarını, (..)

Mamafih o sabah da Meclis-i Âyân’da deni hilkatinin bir marifetini göstermiş, arkadaşları olan bir eski Âyân azası Tevkif edilirken protestoya mani olmuş:

‘Adalet-i beynelmilel diye bir şey vardır, İngilizler o adalet-i beynelmilel namına hareket........

© Haber7