Tuna Nehri ve Kahlenberg Tepesi
Zemherinin ortasına düşmüş bir yetim çığlığı gibi duruyor bazen ayrılık.
“Bir zamanlar buralara...” diye başlayan dost tesellileri ve ilim tahsil etmenin manevi değeri genç yaşta memleket hasretine hüküm giymiş insanların gözlerindeki parıltıları çoğaltsa da yüreklerdeki yangını azaltmaya yetmiyor.
Elbette, bir zamanlar buralara Kanuni Sultan Süleyman’ın gölgesi vurmuş.
Bu sebeple olacak ki Tuna epeyce tanıdık geliyor insana.
Ama ya anneler!
Daha çocuk yaştaki yavrularından ayrı olmak annelerin yüreklerini burkmuyor mu?
Onların gözyaşları ta Türkiye’den, İstanbul’dan buraları sırılsıklam etmeye, ıslatmaya yetmiyor mu?
Yetiyor elbet.
Kahlenberg’in tepesinden baktığımda fark ettim, Tuna bir sülüne ne çok benziyormuş meğer!
Elini uzatıp dokunası geliyor insanın.
Bir dost kadar sıcak.
Bir arkadaş kadar samimi.
Bir yoldaş kadar yakın.
Bir sevgili kadar candan bakıyor Tuna ve fakat bir o kadar da mahzun, sessiz ve sitemkâr.
Tuna’ya baktıkça bir yerleri sızlıyor insanın,
O sitemli ve yürek yakan mazlumca akışını görmezseniz Tuna Viyana’ya, Viyana da Tuna’ya yakışıyor doğrusu. Tıpkı Boğaz’ın İstanbul’a, İstanbul’un da Boğaz’a yakışması gibi.
O da ortadan bölmüş Viyana’yı.
Ne var ki şehri, Tuna’nın coşkun zamanlarının öfkesinden korumak, taştığında etrafına zarar vermesini önlemek için, ikiye bölmüşler.
Nehrin akışına paralel olmak üzere ortasında bir kara parçası bırakarak hemen yanına, yeni bir nehir yatağı daha oluşturmuşlar ve Tuna’nın bir kısmının oradan akmasını sağlamışlar.
Tuna’nın Viyana’ya girişinden çıkışına kadar Tuna’yı ikiye ayırarak onun coşkunluğundan Viyana’yı korumuşlar.
Yeni yatak eskiye göre daha........
© Haber7
