Amerika geçmişini yeniden izlerken…
Amerikan sinemasının en klişe öğelerinden biri, film sırasında geçmişe yapılan referanslarda kullanılan “Bir zamanlar…” kalıbıdır. Bu ifade ekranda belirdiğinde, izleyiciye tarih ile masal arasında kurulacak bir bağın işareti verilmiş olur. Bazen bir tarihsel arka plana, bazen ise bir döngüye işaret eder yönetmen. Sergio Lenone Once Upon a Time üçlemesi ile belki de bunun ulaştığı en yüksek noktadır. Nostaljik bir anlatı ile Vahşi Batı ve Amerikan Mafyasını bile romantize etmiştir.
Amerika özelinde, bu klişe aslında siyasetten sosyolojiye birçok alanı da ciddi bir şekilde etkilemiştir — özellikle de kriz anlarında. Böyle anlarda “Bir Zamanlar Amerika”, bir film klişesinin ötesine geçerek siyasi bir sembol, bir slogan, bir temenni, bir hedef hâline dönüşürken; daha riskli bir biçimde, siyasi analizlerin de temelini oluşturabiliyor. Melankolik milliyetçilik ve fazlasıyla romantize edilmiş geçmiş yerini agresif tarihsel hesaplaşmaları ve aşırıcı hayaletleri uyandırmaya bırakabiliyor.
Amerika’daki krizli dönemlerin ortak bir özelliği kriz ile ilgili yapılan tarihsel analojilerdir. Büyük bir gelişme oldu mu en kolay yol tarihi bir benzerini bulup karşılaştırma yapmaktır. 2008 krizinin patlak vermesinden hemen sonra herkes 1929’daki Büyük Buhran ile paralellikler üzerinden yorum yapmaya başlamışlardı. Kriz boyunca iktisat tarihçilerinin birçoğu 29 krizinin ortaya çıkmasına neden olan sebepler ile 2008 yol açan sebepleri araştırmaya çalışırken ekonomik analistler de sürekli olarak bu iki krizin sonucunun ne olabileceği konusunda yorumlar yapmaya çalıştılar.
Bu sırada diğerleri de iki krizin ortaya çıkarabileceği sosyolojik dinamikler ve siyasi hareketlenmeler hakkında konuşmaya başladı. İşin ilginç yanı, hem krizi kucağında bulan Obama’nın seçtiği ekonomik danışmanların hem de dönemin Amerikan Merkez Bankası başkanının akademik uzmanlık alanlarının Büyük Buhran olmasıydı. Bunun da etkisiyle Obama, konuşmalarında sık sık 1929 krizine vurgu yaptı. Dahası, 2008 ekonomik krizinin neden ortaya çıktığını araştırmakla görevlendirilen Kongre Komisyonu’nun da en çok altını çizdiği unsurlardan biri, Büyük Buhran’ın ortaya çıkışı sırasında yaşananlardı.
Krizin derinliğinin kendini gösterdiği bir noktada herkes, bir şekilde tarihsel paralelliklere sığınmak istemişti. Olayı anlamak isteyenler için en kestirme yol, tarihsel olarak yapılan hatalar ve bunların sonuçları üzerine odaklanmaktı. İktidarı övmek isteyen de, yermek isteyen de tarihsel referansların peşine düşmüştü.
Bunun bir benzeri bugünlerde Amerika’da yaşanıyor. Her ne kadar bazılarına göre tam anlamıyla bir kriz olmasa da, Amerika’da bugün yaşananlar düşük yoğunluklu bir tektonik hareketlenme aslında. Başkan Trump ile başlamayan, ancak Trump’ın ilk döneminde adı konulmaya başlayan ve bir türlü tam olarak patlak vermeyen bir içten yanma durumu söz konusu. Bugünlerde artık bu sürecin en kritik noktasında Amerika.
Son onbeş yıldır, federal devlete duyulan güvenin ortadan kalkmasıyla başlayan bu süreç, toplumun kutuplaşmasıyla daha da ciddi bir boyuta dönüştü. Önceleri adı konulamayan bir “yeni Amerika” olduğu sanılan bu dönem, sonrasında yeni bir sosyal mutabakat........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d