Direnişin Kalbi: Gazze
Soykırım; yalnızca insanları öldürmekle sınırlı bir suç değildir. Bir halkın yalnız bugününü değil, geçmişini ve geleceğini de hedef alan sistematik bir yok etme iradesidir. 1948’den bu yana farklı biçimlerde süregelen İsrail işgali, son iki yılda Gazze’de artık bu tanımın sınırlarını aşan bir hâle bürünmüştür. Yıkımın ölçeği, süresi ve hedef aldığı toplumsal kesimler dikkate alındığında, yaşananların basit bir askeri operasyon olmadığı; bilakis uluslararası hukuka göre "soykırım" olarak tanımlanabilecek nitelikte bir imha süreci olduğu açıktır.
Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırım sayılabilmesi için “bir etnik, dini ya da ulusal grubun tamamını ya da bir kısmını ortadan kaldırmaya yönelik kasıtlı eylemler” gerekir. Gazze’de son iki yılda yaşananlar, bu tanıma birebir uymaktadır. Sivillerin sistematik biçimde hedef alınması, temel yaşam altyapısının (hastaneler, su kaynakları, elektrik şebekeleri) kasten yok edilmesi ve Gazze’nin yaşanabilir bir alan olmaktan çıkarılması; bütün bu eylemlerin rastlantısal değil, bilinçli bir stratejinin parçası olduğunu göstermektedir.
Nuseyrat kampında yaşanan saldırı bu sistematik yok etmenin çarpıcı örneklerinden biridir. Su almak için sıraya giren çocuklar hedef alınmış, İsrail ordusu bu saldırıyı “teknik bir arıza” diye geçiştirmiştir. Oysa bu, bir ilk değildi. Refah’ta, yardım tırlarını bekleyen aç sivillerin üzerine ateş açılmış, yüzlerce insan parçalanarak hayatını kaybetmişti. Yine, BM’ye ait okulların ve hastanelerin hedef alınması; artık sivil-asker ayrımının, savaş etiği gibi kavramların tamamen rafa kaldırıldığını gösteriyor.
Bugün itibariyle Filistin Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 58.000’i aştı. Bu sayının yaklaşık p’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. On binlerce kişi yaralı, birçoğu kalıcı sakatlıkla yaşıyor. Sağ kalanlar ise kuşatma, açlık, susuzluk ve çaresizlikle mücadele ediyor. Her bir ölüm istatistikten ibaret değil; bir annenin feryadı, bir çocuğun düşü, bir babanın hatırası demektir.
İşin daha da vahim tarafı, uluslararası topluluğun bu katliamı neredeyse sessizlikle karşılamasıdır. “İsrail’in kendini savunma hakkı” söylemi, artık bir güvenlik tezinden çok bir örtbas stratejisine dönüşmüştür. Bu söylemle birlikte Filistinlilerin yaşama hakkı, meşru savunma hakları ve insanca yaşama umutları görmezden gelinmektedir.
Oysa tarih, yalnızca zalimleri değil; sessiz kalanları da yazacaktır. Bugün Gazze’de olan biteni soykırım olarak tanımlamak, sadece bir siyasi tutum değil; aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur. Bu tanımı yapmaktan imtina etmek, zalimin tarafında yer almakla eşdeğerdir.
Direnişin Psikolojisi ve Meşruiyeti
Gazze’deki direnişi anlamak için sadece bugüne değil, bu halkın tarih boyunca maruz kaldığı adaletsizliklere ve........
© Haber7
