Medeniyetimizin kalbinde sanat: Hikmetle yazılan sessiz manifesto
Sanat, insanın duygu, düşünce, inancını şekillendiren en zengin ifade biçimi ve sessizce kalpten kalbe ulaşan bir davettir. Kelimeler, renkler, sesler ve formlar aracılığıyla hayat bulan sanat, ruhun saklı güzelliklerine ayna tutar; gönüldeki muhabbeti renge, düşüncedeki hikmeti söze, ruhtaki özlemi mermere işler. Tarih boyunca medeniyetler, sanatla var olmuş, inançlar sanatla anlam kazanmıştır. Bizim medeniyetimizde sanat, Yaratan’ın kâinata serptiği ilahi güzelliğin yansıması olarak görülür.
Peki, o aynayı bulan eller nasıl oldu da kirlenmeye başladı ve bu ayna zamanla neden puslandı?
Camilerdeki çinilerde parıldayan desen, Mushaflardaki zarif tezhipler, hat sanatındaki titiz zarafet, şiirlerde yankılanan ilahi aşk, musikide fısıldayan ney, minyatürlerde hayat bulan ince hikmet, ebrunun su üzerinde raks eden anlamı, mimaride kurulan ahenk ve mezar taşlarındaki sessiz estetik ve nasihat… Evet, bir zamanlar hakikatin, güzelliğin ve hikmetin en zarif yansıması olan bu sanatlar, bugün hala ruhumuza dokunuyor ve ilham veriyor; ancak günümüzde sanat, bu asil misyonundan uzaklaşıp sadece dikkat çekme, kışkırtma ya da tüketim aracı haline dönüşebiliyor. Hakikatten kopuk, yozlaşmış sanat anlayışları, toplumun ruhunu yaralarken zarafetle hikmet arasındaki kadim bağ git gide zayıflıyor. Tam da bu noktada, sanatın medeniyetimizin kalbinde hikmetle yazılan sessiz bir çağrı ya da adeta bir manifesto olduğunu hatırlamak gerekiyor.
SANAT ÖZÜNDEN UZAKLAŞIRSA…
Sanatın gayesi; yaratılıştaki güzellikleri, insan ruhunun inceliklerini ve evrensel hakikatleri dile getirmektir; oysa bugün, sanatın bazı örnekleri bu amacından saparak şehveti, şiddeti, nefreti ve ahlaki yozlaşmayı körüklüyor. Özellikle sinema, müzik ve görsel sanat alanlarında sunulan bazı eserler, insanın en karanlık duygularını tetikleyerek toplumu olumsuz yönde etkiliyor ve sanatın saflığını zedeliyor.
Sanatkârın kalemi, fırçası, sesi ya da kamerası ya hakikate hizmet eden ya hakikati perdeleyen ya da topyekûn ifsad eden bir araca dönüşebilir. Şüphesiz, sanatkârın niyeti ve zarafet anlayışı, sanatın yolunu tayin edecektir. Hakikate yönelen bir sanat, insana ayna tutacak; onu daha iyiye, daha güzele ve daha doğruya çağıracaktır.
SANAT TİCARİ META HALİNE GELİRSE…
Bir zamanlar ruhu besleyen ve toplumu eğiten bir yolculuk olan sanat, bugün büyük ölçüde ticaretin ve çıkarın aracı hâline gelmiştir. Resimler, müzik eserleri ve sinema filmleri, sadece ekonomik kazanç uğruna değerlerinin çok ötesine satılmakta ve sanatın asli amacına halel getirmektedir. Müzayedeler, bienaller ve sanat fuarlarda sergilene sanat eserleri artık endüstriyel ürünler gibi pazarlanmaktadır. Bu süreçte kültürel değerler bir kenara itilmiş, yerini ticari meta almış gibidir.
Bu işin endüstrisini yapanlar olacağı ve bunu kötü amaçlar için istismar edecekleri, Kerim Kitabımızda belirtilmiş ve inananların çok dikkatli ve müteyakkız olmaları gerektiği hususunda uyarılar yapılmıştı: "İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o âyetleri alay konusu etmek için eğlendirici sözler satın alır kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor." (Lokman, 6) Dünyada yalnızca maddi haz ve geçici mutluluk arayışı içinde olanlar, insanların Allah’ın yolundan sapmalarına sebep olmaya, onları her türlü hayırdan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bunun için mantıksız ve bilgiye dayanmayan anlamsız sözlere ya da nefislerin hoşuna gidecek eğlence vasıtalarına yöneliyorlar. Hayatlarını sadece bu tür boş uğraşlarla dolduruyor, zamanlarını ve paralarını bu uğurda harcayarak yalnızca bunlarla vakitlerini heba ediyorlar. Bu anlayış, sanatın gerçek anlamını kaybetmesine ve onun yozlaşmış bir araç hâline gelmesine sebep olabiliyor.
SANAT TAHKİR, TEZYİF VE TAHRİP İÇİN YAPILIRSA…
Sözde sanat adına ortaya konan en tehlikeli eylemlerden biri, mukaddesatımıza ve manevi değerlerimize karşı gösterilen saygısızlık ve yapılan saldırılardır. Karikatürler, diziler, filmler ve dijital dünyada üretilip pazarlanan bazı yayınlar; kutsallarımız olan dini şiar ve sembolleri, öncü şahsiyetleri ve hayat tarzlarını alay konusu haline getirmek amacıyla tasarlanabiliyor. Bu tür hezeyanlar, sadece inananları rencide etmekle kalmaz, tüm insanlığın ortak değerlerine karşı yapılmış bir sataşma anlamına gelir. Din, inançlar ve mukaddes değerler, insanın en temiz duygularını ifade ederken bunlarla dalga geçmek, tahkir ve tezyif etmeye yeltenmek, sanat kisvesi altında yapılabilecek en rezil işlerdendir. Evet, özellikle karikatür ve benzeri sözde sanat dallarıyla Peygamberimizi, din büyüklerimizi ve Anadolu’nun temiz insanlarını hedef alan sapkınca ve haince bir saldırıya cüret etmek, en aşağılık eylemlerden kabul edilmelidir. Bu tür kepazelikler, dinimizi, inancımızı ve insanlığın ortak vicdanını hedef almaktadır. Bu tür kışkırtma ve sataşmalar, müminlerin sınırlarını yoklayan kasıtlı eylemler olup Hakk’ın ve hakikatin hatırı için asla müsamaha gösterilmemesi ve tavır alınması gereken bir hareket olarak görülmelidir.
Akılda, ahlakta, sanatta ve hayatın her alanında derin bir yozlaşma ve tefessüh yaşayan içimizdeki beyinsizlere, sanatı maskaraya çevirenlere, mukaddesatımıza ve manevi değerlerimize saldıranlara karşı, tıpkı Mehmet Akif’in, Balkan Harbi, Çanakkale, İstiklal Savaşı gibi topraklarımızın işgal edildiği zor dönemlerde emperyalistlere ve Batı’nın medeniyet anlayışını yüceltenlere karşı gösterdiği sert tepkiyi bugün de aynı kararlılıkla göstermeliyiz. Akif, o dönemin işgalci güçlerine karşı şöyle haykırmıştı:
“Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”
Akif’in bu çağrısı; sadece topraklarımızı işgal edenlere değil, aynı zamanda kültürümüzü yozlaştıran, değerlerimizi alaya alan ve sanatımızı maskelemeye çalışan her türlü yaklaşıma karşı bir direnişin, bir kültürel bağımsızlık mücadelesinin çağrısıdır. Bugün de sanatı gerçek ruhundan koparıp sadece gösteriş ve maskaralığa çevirenlere karşı onun asli ve temiz yüzünü yüceltmek, sanatın vicdanını yeniden uyandırmak mecburiyetindeyiz; zira gerçek sanat insanı, ahlakı ve toplumu kurtaracak en güçlü silahlardan biridir.
SANAT KİSVESİ ALTINDA AİLE KURUMU TEHDİT EDİLİRSE…
Sanat, bazen toplumu derinden sarsan ve aileyi hedef alan çarpık ilişkileri teşvik etmek amacıyla kullanılabiliyor. Filmlerde, dizilerde, tiyatrolarda sergilenen hayasızlıklar, aile yapısını sarsan bohem hayatı, toplumun ahlaki değerlerine aykırı yaklaşımlar ve yozlaşmış karakterler hem sosyal yapıyı hem de insanların ruh dünyasını tahrip edebiliyor. Aileyi yıkıcı ve yozlaştırıcı ilişkiler; toplumu bozan, ahlaki değerleri erozyona uğratan bir biçimde sunulabiliyor ve sanatın ideolojik propaganda aracı olarak kullanılması yaygınlaşıyor. Bu tür yayınlar, kişilerin kendi değerlerini kaybetmesine, nesillerin ahlaki çöküşüne yol açıyor ve toplumsal yapıyı zedeliyor. Sanatın amacı, insanları güzelliğe yönlendirmek ve eğitmek olmalı iken birileri bunu toplumu bozmak ve ifsat etmek için kullanıyor. Günümüzde bazı sözde sanat faaliyetleri, ideolojik ve ticari çıkarlar uğruna, aile kurumunu ve toplumun temellerini dinamitleyen bir araç haline geliyor.
Toplum üzerinde etkili mecraları zapt edenler; gıdadan kültüre, sanattan eğitime her alanda, özellikle aileyi ve gençleri hedef alan, örgütlü ve organize ifsat projeleriyle toplumsal çöküşü körüklemeye çalışıyorlar. Ayet-i kerime böylesi bozguncu odaklara karşı müminleri dikkatli olmaya çağırıyor: "Onlar iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koştururlar. Allah ise bozgunculuğu sevmez." (Bakara, 205)
Bu hatırlatma, sanatın özünden saparak zarar veren projelere karşı direncimizi artırmalı ve bu tür kirli projelere karşı uyanık olmamızı sağlamalıdır.
SANAT TOPLUMSAL AHLAKA ZARAR VERİYORSA…
Bir zamanlar toplumların değerlerini şekillendirme gücüne sahip olan sanat, günümüzde ne yazık ki toplum ahlakına zarar verecek biçimde kullanılabiliyor. Şiddet, cinsellik ve ahlaksızlık gibi unsurlar, bazı sanat eserlerinde birer gösteri ve cazibe unsuru hâline getiriliyor; bu durum özellikle genç zihinlerin zehirlenmesine yol açacak şekilde teşvik ediliyor. Bu tür eserler, yozlaşmış bir eğlence anlayışıyla sunuluyor, içeriğiyle hem estetikten hem de ahlaktan uzaklaşılıyor. Benzer şekilde, bazı tiyatro oyunları da sanat adı altında toplumsal normlarla alay ediyor; aile yapısını, değerleri ve gelenekleri küçümseyen bir dili meşrulaştırıyor. Bu yaklaşım, sanatın toplumla kurduğu sağlıklı ilişkiyi zedeliyor ve ahlaki çözülmeyi hızlandırıyor.
Bu olumsuz tabloya karşı sanatın asli işlevine dönmesi, yeniden ahlâk, hikmet ve zarafet temelinde inşa edilmesi bir zorunluluktur. Sanat; insanın iç dünyasını ihya eden, toplumu güzelleştiren ve kadim değerleri yaşatan bir mecra hâline getirilmelidir. Eğitim kurumlarında gençlere estetik duyarlılık, eleştirel düşünce ve ahlaki sorumluluk kazandıran bir sanat anlayışı benimsenmeli; görsel medya ve sahne sanatlarında toplumun temel dinamiklerini koruyucu bir bilinçle eserler üretilmelidir. Sanatkârın sorumluluğu, yalnızca üretmekle sınırlı kalmayıp neyi, nasıl ve niçin ürettiğinin farkında olmaktır; zira sanat, şekil verdiği toplumun ruhunu da biçimlendirir. Toplumu onarmak da yozlaştırmak da çoğu zaman aynı araçla mümkündür. Bu sebeple, sanatın yönü yalnızca estetikle değil, aynı zamanda ahlaki bir duruşla da şekillendirilmelidir.
SANAT MANİPÜLASYON ARACINA DÖNÜŞÜRSE…
Sanat, bazen bir manipülasyon aracı haline de gelebiliyor. Özellikle propaganda amaçlı yapılan faaliyetler, toplumları yönlendirmek, insanların düşüncelerini şekillendirmek veya onları belirli bir ideolojiye hizmet etmeye zorlamak için kullanılıyor. Sanatın amacı, insanları düşündürmek, sorular sordurmak ve doğruyu aramaya teşvik etmek olmalıdır; ancak, günümüzde bazı sanat eserleri, ideolojik amaçlar uğruna, hür iradenin önüne geçerek manipülasyon aracı haline getiriliyor ve nihayetinde muhataplardan etki altında kalanlar mankurtlaşabiliyor, robotlaşabiliyor.
HAKİKATE GİDEN BİR YOLCULUKTUR SANAT
Bugün sanat, bazen yalnızca tüketim aracı, provokasyon unsuru veya değerlerimizden sapmış bir yönelim haline gelebiliyor. Evet sanat maalesef özünden saparsa hem kendisine hem de topluma zarar verir. Ticari kaygılarla yozlaşan, kutsal olana saygısızlaşan, manipülasyonun etkisiyle şekillenen ve toplumsal ahlaktan uzaklaşan her eser, sanatın ruhunu zedeler. Bizlere düşen görev, bu yozlaşmaya karşı durmak ve sanatı tabir yerindeyse insan ruhunu yücelten bir miraca dönüştürmektir.
Sanat; ruhu besleyen, anlamı çoğaltan, insanı hakikate ve onu insan yapan değerleri yücelten ve taşıyan bir köprüdür. İnsanlık tarihinin her dönemi, kendisine özgü bir arayışla var olmuştur. Bu arayış, insanın hem iç dünyasını (enfüs) hem de dış dünyayı (afak) anlamlandırma çabasıdır. Allah Tealâ, çevremizdeki ve içimizdeki her şeyi bize kanıt olarak sunmuşken sanat da bu kanıtları bizlere açan bir kapıdır. Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz. Rabbinin her şeye tanıklık etmesi (onlar için) yeterli değil midir?” (Fussilet, 53) Bu yolculuğun her adımında insanın varlıkla kurduğu ilişkiyi şekillendiren önemli bir olgu da sanattır. Sanat, estetik bir çaba olarak görülmenin ötesinde Cenab-ı Hakk’ın yaratmasındaki kudretin ve hikmetin yansımasıdır. O, insan ruhunu güzelleştiren ve hakikate giden bir yolculuktur. Medeniyetimiz, bu yolculuğu bir anlam inşa etme süreci olarak görmekte; sanatı, hakikatin yansıması ve zarafetin en güzel ifadesi olarak kabul etmektedir. İslam medeniyetinin temel taşlarını oluşturan ilim, hikmet ve zarafet anlayışı, insan ruhunun en hassas noktalarına dokunan bir sanat anlayışıyla pekişmiştir.
SANAT: BİR MEFKÛRE, BİR İDEAL, BİR DAVA İÇİNDİR
Sanat, yalnızca biçim ya da estetikten ibaret değildir; o aynı zamanda insanın ruhuna hitap eden, anlam ve........
© Haber7
