AYRILIK ÖLÜMDEN BETER
Bebekler ağlayarak gelir dünyaya. O ilk çığlık, ciğerlere dolan nefesin verdiği acının yanı sıra aslında ayrılığın acı feryadıdır. Cennet benzeri ana rahminden kopuşun sarsıntısıdır. O güvenli mekânda her şey tastamamdır: ne açlık vardır, ne korku, ne de özlem. Sonra birden, hiç bilmediği bir âleme düşer insan. Ağlar, çünkü “öz” den ayrılmıştır ve bilir ki, hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır. İşte böylece hazin bir ayrılıkla başlar insanın hikâyesi…
Abdurrahim Karakoç bir şiirinde, “Ayrılıktan zor belleme ölümü” derken, insan yüreğini en çok yoranın hasret olduğunu fısıldar. Karacaoğlan da başka bir yüzyıldan ses verir aynı acıya: “Ölümle ayrılığı terazide tartmışlar, ağırlığı fazla gelen yine ayrılık olmuş”. Ve Orhan Veli, mezar taşına yazılacak cümlede bile ayrılığı en derin sızı olarak kayda geçirir: “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı…”
Dünya ebedi değildir. Bilakis, bir konak yeridir; bir misafirhane... Her gelen, bir gün gidecektir. Tıpkı Yunus’un dediği gibi: Sular hep aktı geçti / Kurudu vakti geçti / Nice han, nice sultan / Tahtı bıraktı geçti Dünya bir penceredir / Her gelen baktı geçti.
Bizler vicdanen bilir ve hissederiz ki, asıl yurdumuz bu dünya değildir. Dünya, bir gurbet diyarıdır. Bu gurbet elde, doğduğumuz andan itibaren tutunacak dallar arar dururuz. Ancak istemesek de, dünyaya gelişimizle başlayan ayrılık zinciri bir gün bizi her şeyden ve herkesten koparacaktır. Yaşadığımız her ayrılıkta, tutunduğumuz bir dal daha kırılır; biz biraz daha eksiliriz. Bir dost gider, onunla birlikte bir parçamız da eksilir. Bir anne ölür, kalbin bir yarısı onunla birlikte toprağa gömülür. Bir çocuk büyür, yuvadan ayrılır, uzaklara taşınır; özlem yerleşir yüreklere. Her ayrılık, içimizde bir yangın bırakır. Sanki her seferinde, ana rahminden bir kez daha koparılıyormuşçasına derin bir acı çekeriz… İşte ayrılığın ölümden beter olmasının sırrı budur. Şair şöyle demiş:........
© Günışığı Gazetesi
