Vinča : İlk Kent?
Irmakların su taşıma kapasitesi ile kentlerin kurulması arasında doğrudan bir ilişki yoktur; öyle olsaydı ilk kentlerin pıtrak gibi Amazon ve Kongo ırmakları kıyısında ortaya çıkması gerekirdi. Aslında ne Fırat ve Dicle ne de Nil ya da İndus, su debisi bakımından en büyük ırmaklar arasında yer alır. Dördü arasında en yüksek debiye sahip İndus bile ancak yirmili sıraların ortasında yer bulur kendine bu listede...
Tarih derslerinde uygarlığın genellikle büyük nehirlerin kenarlarında, Mezopotamya’nın Bereketli Hilali'nde ya da Nil Deltası'nda başladığı öğretilir. Ancak Avrupa’nın kalbinde, bugünkü Sırbistan topraklarında sessiz sedasız yeşermiş ve çağının çok ötesinde bir uygarlık daha var: Vinča Kültürü. Bu göz ardı edilmiş ancak etkileyici kültür, yalnızca tarih öncesi insan yaşantısını değil, uygarlığın temel aşamalarını anlamamız için de şaşırtıcı veriler sunuyor.
Vinča Kültürü, adını 1908’de Sırp arkeolog Miloje Vasić’in Belgrad yakınlarındaki Vinča-Belo Brdo bölgesinde yaptığı kazılardan alır. M.Ö. 5700 ile M.Ö. 4500 yılları arasında, yani Bakır Çağı'na geçişin hemen öncesinde yaşamış bu Neolitik toplum, sıradan bir tarım topluluğundan çok daha fazlasıydı. Vinča, dönemi için olağanüstü bir gelişmişlik düzeyine ulaşmış; şehirciliğin, sanatın, ticaretin, hatta ön-yazının erken izlerini taşıyan ve o dönem Avrupa anakarasında benzeri görülmeyen bir yerleşim bölgesi.
Neolitik Bir Metropol?
Vinča halkı dağınık ve plansız köyler yerine oldukça düzenli yerleşim yerleri kurmuşlardı. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgular, evlerin belirli bir düzen içinde sokaklarla ayrıldığını ve bazen iki katlı yapılarla karşılaşıldığını gösteriyor, ki bu da o dönem için dikkate değer bir mimari başarı sayılır. Evler kerpiçten yapılmıştır ve genellikle dikdörtgen biçimindedir. Evlerin içindeki fırınlar, seramik üretim alanları ve günlük yaşama dair diğer bulgular, gelişmiş bir toplumsal düzenin varlığına işaret ediyor.
Vinča-Belo Brdo, bu yerleşimlerin en bilinenidir ve katmanlı yapısıyla bin yılı aşkın bir süre boyunca sürekli bir yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Bu kalıcı yapılar ve yerleşim yerinde yüksek nüfus yoğunluğu, Vinča topluluklarının göçebe değil yerleşik olduğunu ve imeceye dayalı güçlü bir topluluk yapısı bulunduğunu düşündürür. Yani Vinča insanı sadece tarlasını süren bir çiftçi değil, aynı zamanda dayanışma içinde bir toplumun bilinçli bir parçasıdır. Merkezi bir yönetime dair net kanıtlar bulunmasa da, bunun ipuçları vardır. Bu yüzden kimi araştırmacılar Vinča yerleşimlerini "Neolitik kentler" olarak tanımlamaktan çekinmezler.
İlk Kentler
Peki Vinča'yı kent olarak tanımlamak doğru mu? M.Ö. 5400'lere tarihlenen ve daha çok dinsel bir merkez olan Eridu'yu dışarıda bırakırsak, Mezopotamya’daki -ve insanlık tarihindeki- ilk kentler sırasıyla Uruk (M.Ö. 4000), Ur (M.Ö. 3800), Kiş (M.Ö. 3100) ve Nippur (M.Ö. 3000) olarak sıralanır. Uygarlığın diğer beşiği Mısır’daysa, Memfis, Tinis, Abydos, Hierakonpolis ve Heliopolis gibi kentlerin ortaya çıkışı da M.Ö. 3400 ve M.Ö. 3000 yılları arasındadır. Büyük ırmakların can verdiği bu uygarlıklara İndus Vadisi’ni de eklemek gerekir; ancak buradaki Harappa ve Mohenjo-daro kentlerinin kuruluşu M.Ö. 2600 gibi daha geç bir döneme tarihlenir. Peki Vinča, bunlardan bin yıl daha erken kurulmuş olarak, tarihteki ilk kent olabilir mi? Eğer doğruysa, bu tür düzenli ve örgütlü yerleşimlerin Mezopotamya ve Mısır’dan önce Avrupa’da ortaya çıktığını kabul etmemiz gerekir. Ancak bu, bütünüyle yanlış bir yorum olur. Bu doğruysa, bu türden düzenli ve örgütlü yerleşimlerin Mezopotamya ve Mısır’dan önce ilk olarak Avrupa’da ortaya çıktığını kabul etmemiz gerekir ki bence bu bütünüyle yanlış bir yorum.
Biliyoruz ki ilk kentler hep büyük ırmakların yakınlarındaki sulak ve bereketli........
© Gazete Pencere
