Seyyahların Şeyhi: Alanya’dan Birgi’ye
İbn Battuta'nın gözlemleri, Anadolu'daki Türkmen kültürünün İslamlaşma süreciyle birlikte yaşadığı değişimin sonuçlarını da yansıtmaktadır. Özellikle kadınların toplumsal yaşamdaki görünürlüğü ve giyim tarzları gibi ayrıntılar, diğer İslam coğrafyalarına kıyasla daha özgün bir toplumsal yapının varlığına işaret etmektedir.
Geçtiğimiz yazıda İbn Battuta’yı Alanya’da bırakmıştık.
Battuta, seyahatinin Anadolu bölümüne şu satırlarla başlar:
“Lâzkıye'de Martelmîn adlı bir Cenevizlinin büyük korkorasına (ticaret gemisi) binerek ‘Türk Ülkesi’ne yöneldik. Burası Rum diyarı diye de bilinir. Çünkü eskiden Rumlarınmış. Rumlar ve Yunanlılar asıl ahalidendir. Müslümanlar orayı İslam’a açtılar. Şu anda Müslüman Türkmenlerin idaresi altında yaşayan bir hayli Hıristiyan vardır bu ülkede.
Rum diyarı diye bilinen bu ülke, dünyanın belki en güzel memleketi! Allah Teala güzellikleri öbür ülkelere ayrı ayrı dağıtırken burada hepsini bir araya toplamış! Dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı burada yaşar ve en leziz yemekler de burada pişer. Allah Teala'nın yarattığı kullar içinde en şefkatli olanlar buranın halkıdır. Bu yüzden şöyle denilir: "Bolluk ve bereket Şam diyarında, sevgi ve merhamet ise Rum'da!" Bu kelimeyle buranın halkı kast olunuyor.
Anadolu 'ya geldiğimizde hangi zaviyeye gidersek gidelim büyük alaka gördük. Komşularımız, kadın ya da erkek bize ikramda bulunmaktan geri durmuyorlardı. Burada kadınlar yüzlerini örtmezler. Yola çıkacağımız zaman akraba ya da ev halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar; üzüntülerini gözyaşı dökerek belli ederlerdi. Buranın adeti gereğince ekmek haftada bir gün pişirilir, öteki günlere yetecek kadar! Ekmek günü, erkekler sıcak ekmekler ve nefis yemeklerle çevremizi doldurur, şöyle derlerdi: "Bunları size kadınlar gönderdi, sizden hayır dua bekliyorlar!
Halk, İmam-ı A'zam Ebu Hanife Hazretleri'nin mezhebindendir. Hak Teala ondan razı olsun. Hepsi ehl-i sünnettir. Aralarında ne Kaderi ne Rafîdi (Rafizi) ne Mu'tezili ne Harid ne de başka bir sapkın bulunmaktadır. Yüce Allah onları bu faziletleriyle diğer insanlardan üstün kılmıştır. Ama haşiş (esrar) yemekten çekinmiyorlar!”
1320’li yılların başında Anadolu, kağıt üstünde Moğol İlhanlı Devleti'nin egemenliği altında olmasına karşın derin bir siyasal parçalanmışlık ve toplumsal dönüşüm içindedir. 1243’teki Kösedağ Savaşı'nın ardından zayıflayan Selçuklu mirası üzerinde İlhanlı valileri sözde bir denetim sürdürse de gerçek iktidar yerel Türkmen beyliklerine geçmiştir.
Batı Anadolu'da Germiyanoğulları Kütahya merkezli güçlü bir askeri yapı kurarken, Ege kıyılarında deniz ticaretini kontrol eden Aydınoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları, bölgedeki Bizans kalıntılarıyla mücadele etmektedir. Aynı dönemde, Bursa'da hüküm süren ve seyyahın "Türkmen hükümdarlarının mal, ülke ve askerce en büyüğü" olarak tanımladığı Orhan Bey yönetimindeki Osmanlı Beyliği, 100’e yakın kalesi ve aralıksız askeri seferleriyle Batı Anadolu'da gücünü artırmaktadır. İç Anadolu'da Karamanoğulları, Konya'yı merkez alarak Moğol etkisine direnmekte ve Türkçeyi resmi dil ilân ederek Türk kültürel kimliğini öne çıkarmaktadır. Daha doğuda, Sivas'taki Kadı Burhaneddin, Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları gibi beylikler İlhanlılarla Memlükler arasında ince bir denge siyaseti izlemektedir.
Bu siyasal bölünmüşlüğe rağmen Anadolu, Moğol istilaları sonrası doğudan gelen Türkmen göçleriyle, hareketli bir toplumsal yapıya sahiptir. Göçebe grupların Batı Anadolu'ya yerleşmesi, yerleşik topluluklarla gerilimlere yol açarken, ekonomide de dönüşüm yaşanmaktadır. İpek Yolu'nun geleneksel güzergâhları istikrarsızlık nedeniyle zayıflamış, beyliklerin denetimindeki Ege limanları ticarette öne çıkmıştır. Dirlik sistemi, savaşlarda yararlılık gösteren askerlere ve bazı memurlara, tahsis edilen toprakların vergisini toplama yetkisi verir. Bu uygulama, karşılık olarak savaş zamanı için asker yetiştirme zorunluluğu getirerek beyliklerin askeri gücünün kaynağını oluşturmaktadır.
Toplumsal yaşamdaysa tasavvuf akımları birleştirici rol........
© Gazete Pencere
