“Film çekerek adaletsizlikle mücadele etmeye karar verdim”
Kendisinin filmleri işgal altında kalmış yaşamları konu alıyor. Filistinli yönetmen Hany Abu-Assad elbette kendi topraklarından yola çıkıyor ama anlatım biçimi o kadar etkili ve farklı ki sizi de adeta o işgalin altında bırakıyor. Dolayısıyla kendisinin toplumsal gerçekçiliği bizim çaresizliğimize dönüşüyor ve kendi içimizdeki sınırların derinine de sizi indirmeyi başarıyor. Filistinlilerin sistematik olarak yıllardır gözetim altındaki yaşamları ve yaşadıkları zulüm, paranoya, korku, çaresizlik ‘insan’ olan herkesi derinden sarsıyor. Yönetmenin sinemasına, anlatım biçimine, duygusuna hayran kaldım. İnsan hikâyeleriyle başlayan yönetmenin büyük resmini; bağırmadan, çığırtkanlığa gitmeden anlatması ve incelikli bir hikâye ile bize örülmüş duvarları göstermesi çok etkileyici. Örneğin; ‘Omar’ filmi bir aşk hikâyesi gibi başlıyor, kendi yurdunda sürgün olma meselesine dönüşüyor. Sonrasında Batı Şeria ve Gazze’nin örülü sokakları eşliğinde hikâye bitmeyen toplumsal acıyı ve travmayı gözler önüne seriyor. O gerilimin etkisinden öyle kolay kurtulmanız mümkün değil… Filmlerini izleyince siz de hissedeceksiniz. Filmlerinde en önemli unsur ise ‘umut’... Mutlaka umutlu bir sona doğru yolculuğu da size sunuyor. Oysa ki umutsuz bir gerçekliğin içinde diye düşündüğümüz toprakları anlatıyor. Ama öyle bir umut aşılıyor ki, o ışığı görebiliyor ve hissedebiliyorsunuz. İki kez Oscar adayı gösterilen Filistinli yönetmen Hany Abu-Assad’ın üç filmi ‘Omar’, ‘İdol’ ve ‘Huda’nın Sırrı’ MUBI’de gösterimde, filmlerini orada izleme şansı buldum. Ve maalesef izlemekte geç kaldığımı üzülerek fark ettim. Yönetmen Hany Abu–Assad ile MUBI Türkiye’de çalışan arkadaşım Said Aksoy sayesinde iletişime geçtim ve mail üzerinden bu röportajı gerçekleştirdim.
İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir” tespitine katılıyor musunuz, sizin kaderiniz doğduğunuz coğrafyada nasıl değişti?
Bir süreliğine böyle düşündüm ama Filistinlilerin iradesi ve tarihin doğru tarafında olma gücü coğrafyadan daha güçlü ve sonunda kaderimizi belirleyecek.
“Direniş ruhunu asla öldüremezsiniz”
Sinemacı olmak çocukluk hayaliniz miydi, kendiliğinden yol sinemaya nasıl çıktı?
14 yaşında "Guguk Kuşu" filmini izledim. O zamanlar ileride ne olacağımı hayal etmekte zorlanıyordum. Siyonist varlığın işgali aracılığıyla bana ve aileme yapılan adaletsizliği bizzat yaşadım. Bu adaletsizlikle mücadele etmek istiyordum ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Siyonist varlığın gücü o kadar büyüktü ki ona meydan okumak ölmekle eşdeğerdi. Filmi izlediğimde bir aydınlanma yaşadım: Herhangi birinin bedenini öldürebilirsiniz ama direniş ruhunu asla öldüremezsiniz. Bu fikir beni çok heyecanlandırdı ve filmlerin insanları nasıl etkileyebileceğini fark ettim. O andan itibaren film çekerek adaletsizlikle mücadele etmeye karar verdim.
‘İdol’ filminizde “ünlü olup dünyayı değiştireceğiz” diyorsunuz, siz sinemacı olarak filmlerinizle neleri değiştirebildiniz?
Bunu söyleyemem. Bunu tarih bize söyleyecek.
“Umut, insanın tek varlığıdır”
“Bazen hayaller insanın tek varlığıdır” sözü, filmlerinizden yine ‘İdol’de geçiyor ama bence bütün filmlerinizde bu duygu var. Sizin tek varlığınız hayaller mi oldu, hangi hayalleri kuruyordunuz ve kurduğunuz hayaller gerçekleşti mi?
Şu an hayaller yerine umuttan bahsetmeyi tercih ederim. Umut, insanın tek varlığıdır. Evet, hayallerinizin bazılarını gerçekleştirebilirsiniz, bazılarını ise muhtemelen gerçekleştiremeyeceksiniz ancak kaybetmememiz gereken şey umuttur ve umut tek gerçek varlıktır.
Mubi’de gösterimde olan üç filminiz; ‘Ömer’, ‘İdol’ ‘Huda’nın Sırrı’ gerçekten çok etkileyici. Yaşadığınız acının insan üzerindeki etkisini sarsılarak hissediyorsunuz. Bu gerçek acının içinde sevdiğim şu oldu; iyiler kazanıyor, ilahi adaletin varlığı kendini gösteriyor, en önemlisi........© Gazete Pencere
