Mor püsküllü zırhlı güzel
Enginar, baharın kraliçesidir. Başında, mora çalan püsküllü tacı ile güzeller güzeli bir sebzedir. Üstüne üstlük, çok da lezzetlidir. Şiirlere mısra olup girmiştir. Nazım Hikmet’ten sonra dünyanın en önemli şairi Pablo Neruda, “Sıradan Şeylere Övgüler” adlı kitabında enginar hakkında şunları yazar:
“O müşfik yüreğiyle, bir savaşçı gibi, giyinmiştir enginar,
Dimdik, alçacık bir kubbe de inşa etmiştir,
Yapraklarının altında içine bir şey işlemeden durur öylece…”
Ben bu sebze ile biraz geç tanıştım. Bu tanışmanın kesin tarihini bilmiyorum, galiba ilk kez, gençlik yıllarımın başında bir meyhanede gerçekleşmişti bu tanışma. Geç tanışmamızın nedeni annemdi. Onun mutfak menüsü Orta Anadolu'dan esinlenmişti: Hamur işleri, et yemekleri, fasulye, nohut, mercimek, bulgur...
Rahmetli Sivaslı’ydı ve tek sevdiği sebze de madımaktı. Pişirdiği pastırmalı madımak yemeğinin tadını hiçbir zaman unutmadım.
Annem, madımağın yanı sıra, kenger denen bir dikeni de toplardı. Deve Dikeni diyen de vardı bu mavi çiçekli bitkiye. Bu dikeni küçüklüğümden beri bilirim. O zamanlar koşturduğumuz kırlıklarda sık sık rastladığım bir bitkiydi. Annem, sapının jiletle nasıl yarılacağını, içinden çıkan sütü, düz bir taşın üstünde biriktirerek nasıl sakız yapacağımızı öğretmişti.
Kuruyunca sert bir sakız haline dönüşürdü bu süt. Onu yumuşatmak için günlerce çiğnerdik. Ayrıca dikenlerini soyar, meydana çıkan sapı yerdik. Salatalık tadındaydı galiba! Kenger dikeninin, enginarın "ağa babası" olduğunu o yıllarda bilmiyordum.
TADIYLA TANIŞINCA SEVDALANDIM
Enginarla bir meyhanede, rakı masasında tanıştığımı hatırlıyorum. Çay tabağı büyüklüğündeydi ve üstünde, küçük küçük doğranmış havuç, patates ve bezelyeden oluşmuş bir garnitür vardı ve çok lezzetliydi.
Şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum, masadaki bir büyüğümüz, enginarın ne kadar faydalı bir sebze olduğunu, rakının zararlarını yok ettiğini anlatmıştı. Söyledikleri aklımda kalmadı ama o günden........
© Gazete Pencere
