menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bulutlara giden tren

30 0
18.05.2025

İsterseniz, bu hafta da ülkeden biraz uzaklaşalım. Çok uzaklara gidelim ve kaybolalım.

Salta'dayım…
Salta da neresi?..
Dünyanın taa diğer ucunda, gözlerden çok uzakta!.. Arjantin'in, sırtını And Dağları’na yaslamış küçük kentlerinden biri... Bir sınır kenti. Dağları, çölleri aştıktan sonra karşıda Şili var.

İstanbul'dan evden çıkalı tam 36 saat olmuştu. Londra, Rio de Janerio, Buenos Aires ve sonunda Salta… Havaalanlarında koşuşturmak, beklemek, saatler boyu uçmak, gümrükler, pasaport kontrolleri. Küçük otelin, küçük odasındaki yatağın üstüne düştüğümde yorgunluktan ölecek gibiydim...

Ne işim vardı Salta'da?.. Belirgin bir amacım yoktu. Bu küçük kentte bir gece kalacak, oradan 'Bulutlara Giden Tren'e binecek, And Dağları’nın zirvelerinden birinde, beni Atacama Çölü'nü geçirecek kamyonla buluşacaktım. Bu maceranın tüm bu yorgunluğa değip, değmeyeceğini kestiremiyordum.

Uyuyakalmışım. Saatime baktım. 1,5 saat geçmiş odaya geldiğimden beri. Yataktan güç bela kalktım. Sırt çantamdan temiz çamaşırlarla, buruşuk bir gömlek çıkardım. Sıcak duşun altında uzun uzun yıkandım. Bir zımpara kadar sert havluyla kurulanırken, kendimi daha dinç hissediyordum.

Aynanın karşısında saçıma, başıma çeki düzen verdim. Buruşuk gömleğimi çekiştirerek düzeltmeye çalıştım. Boynuma sarı bir fular bağladım. Bir Latin gecesinin ne gibi sürprizlere gebe olduğu belli olmazdı. Otelin barı oldukça kalabalıktı. Tezgahın bir ucuna iliştim.

BİRANIN İSPANYOLCASI

Soğukça bir bira istedim. Barmen ne istediğimi anlamadığını işaret etti. Birkaç dilden 'bira' demeye çalıştım. Bu kelimenin üç aşağı, beş yukarı hemen her dilde aynı şekilde söylendiğini düşünüyordum. Barmen anlamamakta ısrar edince ne diyeceğimi şaşırdım. Etrafı kolaçan ederken, duvarda bira reklamının yapıldığı posteri gördüm. Barmene şişeyi gösterdim... ‘Servesa...servesa’ diye kahkahayı patlatınca, biranın İspanyolcasını, bir daha unutmamak üzere öğrendim...

Biradan sonra bir ‘Tekila Sunrise’ söyledim. Buzlu-limonlu tat damağıma değince, isabetli bir iş yaptığımı anladım.

Yemek yiyememiştim. Onun için kendimi bir kurt kadar aç hissediyordum. Resepsiyondaki İngilizce bilmeyen görevliden uzun uğraşlardan sonra iyi bir lokantanın adresini aldım. Fazla uzakta olmadığı için yürüyerek gittim. İçerideki kalabalığa bakılırsa doğru bir adrese gelmiştim.

Az pişmiş bir Arjantin bifteği, yanına parmak kalınlığında doğranmış ‘home made’ patates kızartması ve paraya kıyıp, Malbec üzümünün en kaliteli örneklerinden bir kırmızı şarap ısmarladım.

Yarından itibaren zorlu bir yolculuğa çıkacaktım. Bir süre bu yemeklere hasret kalacağımı biliyordum. Onun için kilo, kolesterol, tansiyon gibi belaları kafamdan sildim: En zararlı lezzetlerle kendime güzel bir ziyafet çektim.

KOKA YAPRAKLARI

Lokantadan çıkınca, peşime 3 küçük boyacı çocuk takıldı. Ayağımdaki lastik pabuçları gösterip, bunların boyanmayacağını söyledim. Ama onlar inatla, otelin kapısına kadar beni izlediler. Dayanamadım, her birine birer dolar verdim. Sevinçlerini görünce ben de çok sevindim.

Ertesi gün erkenden uyandım. Sırt çantamı yüklendim. Bir taksiye binip, tren garına gittim. ‘Tren A La Nubes-Bulutlara Giden Tren’ den bir bilet aldım.

Camın kenarında bir yer istediğimi anlatıncaya kadar akla karayı seçtim.
İki rayın ortasında, dişli, üçüncü bir rayın da bulunduğu özel bir hattan gidecekmişiz. Çok yükseklere giden trenler bu rayları kullanırmış.
Trenin kalkmasına bir saat vardı. Çantamı koltuğun üstüne koyup, perondaki seyyar satıcıların arasında dolaşmaya başladım. Birkaç Amerikalı gencin, bir tezgahtan naylon torbanın içine yeşil yapraklar doldurduklarını gördüm. Ne........

© Gazete Pencere