Mücadele: Fakat kiminle, nasıl?
Ülkemizde, belki de tarihte ilk kez görülen iki katmanlı bir mücadele sürdürülmektedir. Birinci mücadele alt-katmanda, AKP’nin böldüğü halklar arasında sürdürülmektedir. İkinci mücadele ise, üst katmanda, siyaset sahnesinde partiler arasında sürdürülmektedir. Ne var ki, farklı katmanlarda sürdürülen mücadeleler arasında uyum sağlanamamaktadır. Şöyle ki, üst-yapı siyaset sahnesinde yürütülen siyasi mücadele alt-yapı halk arenasında yürütülen mücadele ile örtüşememektedir. Bunun sebebi, toplumsal-siyasal tatminsizliği yansıtan alt-yapı mücadelesinin heterojen niteliği ve siyasi hedef belirsizliğinin üst-yapı siyaset mücadelesine yansıttığı belirsizlik ve sonuçta mücadelenin var olan reel siyasetten uzaklaşma cesaretinin siyaset alanına yansıtılamamasıdır.
Toplumsal katmanda; AKP’nin kendi saltanatını uzun yıllar sürdürülmesi amacıyla, toplumsal yarar ve demokrasi anlayışına taban tabana zıt, fakat parti bekası ve habis siyasete uygun bölücü ve toplumun bir kesimini diğer kesimine hasım edici politika halkın bilincinin mücadele odağından sapmasına yol açmıştır. Böylece, tüm toplumu sıkıntıya sokan sosyo-ekonomik koşullar ve bu koşulların oluşturulmasındaki siyasi manevralar halkın gözünden kaçırılmıştır. Tarikatların da habis manevraları ile gerici-dincilik çukurunda debelendirilen halkımız, yaşa(tıl)dığı toplumsal körlük içinde uluslararası siyasetin ve emperyalizmin neden her türlü yargı ve parlamento denetiminden masun sorumsuz bir tek-adam iktidar talebini dayattığı ve yaratma koşullarını bir türlü görememiştir. Tabii, bu arada, azalmakla beraber, hâlâ sürdürülen “yetmez, ama evet” aymazlığının emperyalizmle paralelliği de hiç değilse günümüz koşullarında ilgili çevrelerce idrake mazhar olmuştur, diye düşünmek istiyorum.
Toplumsal uyanışta geri kalış sebepleri arasında, AKP tarafından türetilen ve eğitim de dâhil olmak üzere muhafazakâr politika havuzunda kurgulanan hemen hemen tüm sosyal alanlarda uygulanan dincilik-gericilik uygulamaları toplumun üzerine ölü toprağı serilmesinde başrolü oynamıştır. Ancak tek sebep bu değildir. 2000 IMF politikalarını büyük bir sadakatle uygulayan AKP, tam da emperyalizmin amacı doğrultusunda halkımızı bir yandan adeta ekonomiyi istila eden kaynaklara dayalı pembe balonlarla uyuturken, diğer yandan da inşaata yöneltmesiyle emeğin bir bölümünü fabrika dışına atarak potansiyel sanayi proleter ordusunu küçültmüştür. Sendikal bölünmelere ilaveten, inşaata ağırlık verme siyaseti ortalama emeğin proleter bilince görece yabancılaşmasına da sebep olmuştur. Diğer bir deyişle, 2002’ler başında IMF direktiflerine uyularak Orta Vadeli Programa iman yerine, hiç değilse, 1961 Anayasası doğrultusunda oluşturulmuş “Planlama-Programlama ve Bütçeleme” sistemine uyumlu yol alınmış olsaydı, hem ekonomik........
© Gazete Manifesto
