menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Saraçhane ve sonrası: Sınırdaki sorular 

8 1
14.04.2025

19 Mart’tan sonra yaşananlar hem Yurtsever’in sayfalarında, hem de ulusal/yerel basında yoğun bir şekilde tartışıldı. Gündelik siyasal gelişmelerin bu tarz yoğun bir şekilde tartışılmasının en önemli sakıncalarından bir tanesi; aynı şeyin sürekli tekrar etmesidir. Siyasal gelişmelerin neden ve sonuçlarına dönük bu kadar “benzer” yaklaşımların sergilenmesi de, çoğu zaman vasata teslim olmak ile sonuçlanıyor. Abartılı ve vasatın tekrarına düşmemeye özen gösteren bir yayın olarak Saraçhane ve sonrasının “sınırdaki” unsurları ile daha çok ilgileneceğiz.

Saraçhane sürecinin “sınırları” ile ilgilenmeden önce neyin “vasatın tekrarı”, neyin “abartılı” olduğuna değinmek gerekiyor. 19 Mart sonrası ortaya çıkan gelişmelerin bir bütün olarak Türkiye siyasetindeki tüm dengeleri değiştirdiğini iddia etmek “abartılı” değerlendirmelerin ortak noktasını oluşturuyor. Saraçhane’de ve sonrasında yaşananlar Türkiye siyasetinde dengelerin bir alt üst oluşuna sebebiyet vermiş durumda değil. Siyasi iktidarın hamlesi ve karşısında ortaya çıkan direnç, beklenenin ötesindedir. Öte yandan ne bu hamlenin kendisi, ne de direncin varlığı bir bütün olarak rejimin “artık eskisi gibi devam edemeyeceği” bir noktaya evrilmesine neden olmamıştır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak beklentisi abartılı bir beklentidir.

Vasatın tekrarı ise; siyasal iktidarın artık dönüşsüz bir adım attığı ve bu adımın karşısındaki tek alternatifin “demokratik siyaset” alanının yeniden kazanılması tezleridir. Siyasi iktidarın İmamoğlu’na dönük attığı adımın geri dönüşsüz olduğu aşikar. Hukuk ve iktidarın politikaları arasında kurulan bağ, yeni rejimin olmazsa olmazıdır.

Sopa ve siyaset arasındaki mesafe yeni rejimde kısalmıştır. Rejimin çizdiği sınırlara hapsolmama potansiyeli taşıyan, ya da bu sınırları kendince belirlemeye çalışan her aktör, sopa ve siyaset arasındaki ilişkiyi hızla deneyimler. Yeni rejimin kuruluş dinamikleri bu iki saik üzerinden şekillenmiştir. Bununla birlikte rejimin koyduğu sınırlar biçimi itibariyle “pazarlığa” tabii tutulmuştur. Bu pazarlık olmaksızın siyaset işlememektedir. O nedenle rejimin karakteri bakımından geriye dönüşsüz bir adım atılmamıştır. Bu adımın atılması için “yeni anayasa” sürecinin işlemesi gerekmektedir.

Dolayısıyla “demokratik siyasetin” zorunluluğu ile “yeni rejimin” karakteri arasındaki bağın da silik olduğunu söylemek mümkündür. En azından toplumun beklentileri ile siyasal aktörlerin sınıfsal programları arasında hiçbir uyum yoktur ve “demokrasi cephesi” çağrıları bu nedenle vasatın tekrarından ileriye geçmemektedir.

Öyleyse, siyasetin Saraçhane süreci için geliştirdiği yorumlara ayrı bir yaklaşım geliştirilmesi........

© Gazete Manifesto