Yok olmamak için
İyi bir okur olduğumuzu kimselerden saklayacak halimiz yok. “Bir kitap okudum ve dünyam değişti, “demek iddia olur; bir kitapla dışarıyı daha net görebilecek bir göz daha açıldı ruhumda: “İbret Taşı” İsmail Kadare’ye ait bir roman. Ödülleri pek umursamamakla birlikte Man Booker International (2005) ödülüne layık görüldüğünü söylemeden geçemeyeceğim. Romanın kurgusu tarihi bir olaya dayanıyor, Tepedelenli Ali Paşa isyanı. Kurgudan öte bir şey var kitapta, “Bir ulusu yok etmek için nereden başlarsın?” sorusunu gayet güzel yanıtlamış İsmail Kadare: “Ulusların ulusal niteliğini tam ya da kısmen kaybettirme süreci çok eskiye dayanan kurallara göre gerçekleşiyordu.
Bunların bir sürü aşaması vardı. En önemli aşamalar; kültürün, sanatın ve geleneklerin yok edilmesi ya da budanması; dilin yok edilmesi ya da bozulması, ulusal benliğin yok edilmesi ya da zayıflatılmasıydı.” Romanda yer alan böyle bilgilerden anlıyoruz ki bir ulusun köküne kibrit suyu dökmek hiç de sanıldığı kadar zor değil, öyle büyük savaşlara da gerek yok. O ulusu, sabırla belli aşamalardan geçirmek yeterli. Bizler “Kültür ve dil yozlaşıyor, belli sözcükler lügatimizden çıkarılmaya çalışılıyor,” diyenlere “komplo teorisyeni” diye parmak sallarken alttan alta olan oluyor demek ki.
Roman özellikle dil alanındaki işgalin detaylarını en ince ayrıntısına kadar verirken zihnimizde Türkçemizle ilgili eyvahlar oluşuyor, sonra da kültürümüz için endişelenmeye başlıyoruz. Fazlaca müdahale etmeden bu konuda söylediklerini de aktaralım: “Yok etme aşamalarının en uzun süreni dilin yok edilmesi ya da yeni terminolojiye göre ‘karşı dil’di. Ölü dillerde (Burada kastedilen önceden kullanılan, süreç içinde dış müdahale ile kullanılmaz hale getirilmiş diller. ) yazılmış belgelerin kalın dosyaları tunçtan........
© Gazete Gerçek
