menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Edip Akbayram’a veda: Hep böyle kaldın, teşekkürler Edip abi

54 11
09.03.2025

Yazının başlığı, Roll dergisinde yayınlanan Edip Akbayram söyleşisine gönderme. “ ‘Edip Abi Hep Böyle Kal’ Diyorlar” başlıklı söyleşiden yazının sonunda bahsedeceğim ama orada da kuracağım cümlelerin bir kısmını başta da kurayım: Türkiye tarihindeki kırılma noktalarında kimi insanlar farklı yerlere savrulurken Edip Akbayram yerini hep korudu. Bir kısım kerterizleri vardı, rüzgârlardan, baskılardan etkilenmedi ve milim sapmadan dimdik yerinde durdu. Sesinin, yorumunun, şarkılarının hayranıyım ama en çok bu dik duruşundan etkilendim. Bunun için, vedası beni çok sarstı. Günlerdir, çocukluğumda tanıdığım, hayran olduğum bu büyük sanatçıya nasıl veda edeceğimi düşünüyorum. Bu yazı, aklımdakilerin bir kısmını içeriyor. Gün gelir başka şeyler de eklerim elbette.

Onu, 12 Mart muhtırası sonrasında yaşanan acıların hepimizi etkilediği yıllarda tanıdık. İçinde değildim, yaşamadım, sonradan öğrendim ama yaşayanlar o dönemi kısık sesle, mırıldanır gibi anlatır. Acıları anmamak için değil, o dehşeti bir kere daha yaşamamak için Zülfü Livaneli’nin “zor yıllar” olarak tarif ettiği bu dönem, bir yandan da müziğin politikleştiği dönem. Kökü hemen öncesinde, üniversitelerden esen değişim rüzgârlarının bütün dünya gibi Türkiye’yi de etkilediği ’60’lı yıllarda… Müzikteki arayışlar geçmişten gelen seslerle birleşince bambaşka bir tür doğuyor: Anadolu-pop. Başta kolejli gençler eğlenerek türkü söylüyor, sonrasında halk ozanları keşfediliyor. Yollar bu noktada ayrılıyor ama aynı arterde yan yana ilerleniyor: Kimi Karacaoğlan’ın erotizmine takılıyor, kimi Yunus Emre’in hümanizmini dillendiriyor; kimi Köroğlu’ndaki isyana odaklanıyor, kimi Pir Sultan Abdal’ın sesini yükseltiyor… ’70’li yılların ikinci yarısına doğru halkın talepleri ve yaşadıkları müziğin içine giriyor, acılardan isyanlara uzanan bir külliyat yavaş yavaş oluşmaya başlıyor. Edip Akbayram, tam da bu dönemde onu etkileyen şarkıları söylemeye başlıyor ve bu hatta ilerleyen yeni şarkılar yapıyor.

Gaziantep’te yaşadığı yıllarda başladığı müzik çalışmalarını lisede kurduğu Siyah Örümcekler adlı toplulukla sürdürüyor. Sahneye çıktığı ilk yer, bir okul gecesi. O gece o yıllarda ortalığı kasıp kavuran “Samanyolu”nu yedi kere söylediğini farklı söyleşilerinde anlatır. Siyah Örümcekler ve Edip Albayrak adıyla yayımlanan ilk 45’lik plağında iki türkü yorumu var: “Kendim Ettim Kendim Buldum / Çiçeklerin Dili”. Sonrasında yaptığı bir başka plakta, Nejat Taylan Orkestrası eşliğinde, Barış Manço’dan bildiğimiz iki şarkıyı yorumluyor: “İşte Hendek İşte Deve / Kâtip Arzuhalim Yaz Yâre Böyle”. Bu iki plak Gaziantep sınırları dışına çıkamayınca, şansını, 1972 yılında Günaydın gazetesi tarafından düzenlenen Altın Mikrofon yarışmasında deniyor ve birinci oluyor. Yarışma sonrası çıkan 45’liğiyle bir anda dikkatleri üzerine çekiyor ve art arda yaptığı plaklarla kendi yolunu hızla çiziyor.

‘70’li yıllarda öne çıkan tek bir sözcük var: Umut. “Umudumuz” sloganıyla iktidara gelen Bülent Ecevit, bunu körüklemek adına çalışmalar yapıyor ama olmuyor çünkü diğer yanda Çorum’dan Maraş’a uzanan, memleketin huzurunu bozan katliamlar var. Birileri insanların yüzünü güldürmeye çalışırken birileri bunu baltalıyor ve acılara acı katıyor. Sağ-sol çatışması giderek derinleşiyor; Türkiye ikiye ayrılıyor. Edip Akbayram, bu ayrılıkta sol tarafta durmayı tercih eden ama dinleyicisini sağcı-solcu diye ayırmayan bir isim. İçinden geleni söylüyor, çocukluğunda dinlediği ve etkilendiği ozanlarla aynı sahneyi paylaşıyor, sevdiği şairlerin şiirlerini besteliyor ya da onlar üzerine yapılmış besteleri yorumluyor.

Âşık Mahzuni Şerif, Edip Akbayram’ın yolunu çizen isimlerden biri. Tıpkı Âşık Veysel gibi. İstanbul’da yaptığı ilk 45’likte bu iki ozanın yan yana gelişi tesadüf değil. Bundan tam 53 yıl önce, içinde bulunduğumuz günlerde piyasaya verilen bu plakta yer alan düzenlemelerin ilki, Âşık Veysel imzalı “Kükredi Çimenler”, ona Altın Mikrofon kazandıran türkü. Diğeri, Âşık Mahzuni Şerif mesaisini başlatan “Boşu Boşuna”. İkisi de çok seviliyor ama ikincisi diğerinden bir adım öne çıkıyor. Başta farklı aranjörlerle ve stüdyo müzisyenleriyle çalışıyor ama sonrasında kendi grubunu kuruyor ve yoluna onunla özdeşleşecek bu grupla devam ediyor: Dostlar. Zaman içinde grup üyeleri değişiyor ama Edip Akbayram ve müziği değişmiyor, gelişiyor. Gaziantep’te çaldığı düğünlerde ve Adana’da program yaptığı Beyaz Saray........

© Gazete Duvar