menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Taşra tutuculuğu mu, şehir medeniyeti mi?

12 0
06.10.2025

“Türkiyeli” muhafazakârlar ile Türk kültürünün çatışması

GİRİŞ

“Bugün bu süreci “restorasyon işleminin tekniği çerçevesinde olayların değerlendirilmesi” ve bu konuda “milli ve uluslararası kanun ve kuralların ne dediği” açısından değerlendirecek ve “tarihi eser restorasyonunun ihmal ve kültür tahribine varmadan nasıl kotarılabileceği” üzerine önerilerimi ekleyeceğim. Bir daha ki yazım 06 Ekim Pazartesi günü yayınlanacak. O yazıda da modern “Türkiyeli” muhafazakârlığın Türk – Osmanlı kültürü ile niçin çatıştığını ekonomi politik çerçevesinde ele alacağım… “

29 Eylül 2025 tarihli yazımda böyle demiştim. Kısaca o yazıda ne yazdığımı da size özetleyeyim:

Türkiye’de son yıllarda tarihi eserlerin restorasyonu etrafında yoğun tartışmalar yaşanıyor. Kastamonu Nasrullah Camii, Çorum Ulu Camii, Malatya Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı derken en son Edirne Selimiye Camii’nin kubbesindeki paha biçilmez çini, hat ve tezhip işlerinin “yenileme” adı altında ortadan kaldırılmak istendiği ortaya çıktı. Bu uygulamaların hiçbirinde Venedik Tüzüğü gibi uluslararası restorasyon ilkelerine uyulmadığı, bilimsel denetim yapılmadığı, milli hafızanın geri dönülmez biçimde tahrip edildiği görülüyor.

Restorasyonu yapan şirket ve onun danışma kurulu üyelerinin genel olarak tarihi eserlerdeki Osmanlı estetiğinin “İslam’ın tevhid anlayışını” yansıtmadığını ve çok fazla yabancı kültür unsuru taşıdığını söylediği rivayet edilmektedir. Bu sözler edilmemiş olsa bile yapılan işi ortadan kaldırmaz. Tıpkı Ziya Paşa’nın dediği gibi:

“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Görünün her kişinin rütbe-i aslı eserinde.”

Yapılan işe baktığımızda gördüğümüz doğru düzgün İstanbul Türkçesiyle konuşamayan, belli cemaatlere mensup ve çoğunlukla kasaba kökenli insanların dini yorumları ve yaşam tarzlarını diğer insanlara zorla dayatmaya çalıştıklarıdır. Bu iş sadece restorasyonla da kalmaz: Örneğin “yemek yerken çatal ve kaşık kullanmak caiz değildir, üç parmağınızla yemeğinizi yiyiniz.”, “kadınların okuması ve çalışması değil evinde evinin hanımı olması makbuldür!” diye nasihat eden veya “çalgı aleti kullanılan müzik dinlemek haramdır!” diye yasaklayan zihniyetle Selimiye’nin kubbesindeki paha biçilmez Karahisârî hatlarını, çinileri kazımak aynı zihniyetin tezahürüdür. Buna ben kasaba tutuculuğu diyorum ama siz “Türkiyeli muhafazakârlığı” da diyebilirsiniz…

Burada dikkat çekilmesi gereken nokta şu: Bu sadece teknik hatalardan, yetersiz uzmanlıktan kaynaklanan bir sorun değil. Daha derin, daha tarihsel bir mesele var: Şehir kültürü ile kasaba kültürü arasındaki çatışma… Osmanlı şehir uygarlığının kozmopolit estetiği ile taşra muhafazakârlığının tekdüze anlayışı bugün restorasyon uygulamaları üzerinden bir kez daha karşı karşıya geliyor.

OSMANLI ŞEHİR MEDENİYETİ: KOZMOPOLİT BİR ESTETİK

Osmanlı İmparatorluğu’nun iktisadi temeli tarıma dayanıyordu. Fakat siyasal merkezîleşme, ticaret yollarının kontrolü ve çok kimlikli toplumsal yapı şehirleri kozmopolit kıldı. İstanbul, Bursa, Edirne, Şam, Saraybosna, Kudüs ya da Selânik gibi şehirler sadece yönetim merkezleri değil; aynı zamanda farklı........

© Gazete Damga